Uzun zamandır kurguladığım fakat yazmamın zaman aldığı bir konuyla geldim karşınıza. Açıklama için ayrı bölüm açmıyorum, burada kısadan her şeyi konuşup bir an önce başlayalım. Konuda görüldüğü üzere Taekook ağırlıklı bir Fic olacak, yan shipleri zamanla görürsünüz zaten. Smut sahneler ağırlıklı olacak, başlarına uyarı eklerim. Rahatsız olacağınızı düşünüyorsanız okumayın çünkü kitap bitene kadar yoğun smut ve küfür olacak. Bunun yanı-sıra, rahatsız edici bölümler olursa başına kısa bir uyarı eklerim.
Umarım beğenirsiniz, başlayalım artık. Yorum-oyla kısmına basmayı unutmayın.
Yazım yanlışlarım olduysa affola, bölümün üzerinden geçemedim pek fazla.
Okuyan gözlerinize sağlık
SİZİ SEVİYORUM.
...
Hiçbir zaman narin bir bünyeye sahip olamadım. Olmak istemedim mi? İstedim. Hem de her şeyden herkesten çok istedim ama şartlar hiçbir zaman buna izin vermedi. Güçlü olmak, asla düşmemek zorundaydım ben. Düşersem, üzerime basarlardı hem de zerre acımadan.
Dışarıda insanlar evdeki gibi kimsenin gözünün yaşına falan bakmıyor, o işler tam olarak öyle değil işte. Dışarıda orman kanunları geçerlidir, büyük balık küçük balığı yakaladığı anda yalnızca yemez, sikmeden bırakmazdı. Doğanın kanunu budur işte, güçlü olan güçsüz olanı yer. Peki ben güçsüz müydüm? Asla.
Güçsüzlüğü bıraktığım an henüz on beş yaşında velettim. Ailemden ayrılmış, babam tarafından o evden siktir edilmiş, bir başıma dizlerimi karnıma kadar çekmiş, ellerimle bacaklarımı tutup kaldırım kenarında titriyordum. O gün o Tanrı'ya ve daha doğrusu kendime ettim yemini. "Eğer sen de Jeon Jeongguk isen sana düşmek yok!"
...
Güneş gözlerimi yakarcasına odaya vuruyordu. Bundan nefret ediyorum. Güneşin hiç sevmediğim ışınları gözlerimi yakmaya devam ederken, henüz uykuya veda edememiştim. Etmek de istemedim aslında. Dün olduğundan fazla yorgun bir gün geçirmiştim. Kendimi yatağa attığım zaman saat çoktan 4.38 falandı. Gözlerimi hafif aralayıp -ki bu aşırı zordu benim için, duvarda asılı olan dijital saate bakmıştım. Kahretsin saat 9.40.
Odanın etrafında bir o yana, bir bu yana koşar adım atan aptal arkadaşımın, beni sırf uyandırmak adına bütün perdeleri açmış olduğunu anlamamak için aptal olmalıydım. Her zaman beni uyandırma şekli buydu. Normal insanlar gibi gelip sessiz bir şekilde çağırsa sorun yoktu fakat o sik kafalı, uyurken ya üzerime atlıyor sonra dayak yiyip yanımdan gidiyor, ya da böyle kendini korumak adına perdeleri tamamen açıyordu. Gözlerimi hafif aralamış, bir kaşımı uykudan uyanmanın verdiği sersemlikle kaldırmış gözlerine bakıyorum. Tanrı şahit eğer bu cüceyi biraz bile sevmemiş olsaydım, bir şarjörü götüne boşaltırdım. "Jimin?" Ses tonum soru sorar gibiydi. Zaten soruyordum. 'Burada ne bok yediğini, neden geldiğini' falan sorguluyordum işte. Küçük şeyler. Gözlerime aptalca, aslında aptal demek biraz ağır olabilir oldukça tatlıydı Jimin, gözlerime, gülümseyerek bakıyor, her an bir şey istemek için adım atacak gibi duruyordu. Tanırdım onu, en az kendim kadar.
Söze nasıl başlayacağını düşünüyordu bense çoktan uyanmış, kollarımı başımın altına koyup onu izliyordum. Söyleyeceği şeye kızacağımı falan düşünüyordu. Haklı olabilir. Kızardım. Alt dudağımı uykudan uyanmış olmanın siniriyle ısırıyor, yemin ederim her an üzerine atlamamaya çalışırcasına kendimi sıkıyordum. Sonunda dudaklarından zoraki bir kaç kelime dökülmüş, yataktan hafifçe doğrularak gözlerine bakmıştım. Öfkeli değildim. Sinirli de değildim. Nedenini anlamaya çalışıyordum desek daha doğru olabilirdi. "Seoul'e gidiyoruz bu gece." Ses tonu emrivaki asla değildi. Fakat önceden plan yapıldığı ve bana şimdi söylendiği çok belliydi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BIG BOSS | TAEKOOK
Fanfiction"Yanımda mısın, karşımda mısın Jeon Jeongguk?" "Yanındayım Kim Taehyung." O gün bir saniye bile düşünmeden "Yanındayım." dememin ardından asla karşısına geçmedim, geçemedim. Çünkü benim yanım onun soluydu, soluğumdu; her defasında nefesimi kesmesine...