33.Gün Aydı

2.3K 342 112
                                    

Serin rüzgârlara pencereni aç!
Karşında fecirle değişen ağaç,
Bak, seyret ağaran rengini ufkun
Mahmur gözlerinde süzülsün uykun.
Bırak saçlarınla oynasın rüzgâr.
Gümüş çıplaklığı bir başka bahar
Olan vücudunu ondan gizleme.
Ne varsa hepsini boyun, saç, meme,
Esirden dudaklar okşasın sevsin
Mademki geceden daha güzelsin!
Ahmet Hamdi Tanpınar

Gökçe telaşını ve utangaçlığını belli etmemek için kahvaltı masasında eksik arayıp duruyordu. Kâh buzdolabının karşısında dikilip 'salça da koyayım' diyor, kâh kiler dolabını açıp 'ceviz yer misin' diye Kenan'a soruyordu. Kenan'ın önüne iki kişi akşama kadar otursalar yiyemeyecekleri kadar çok yiyecek dizmesi gösteriş merakından değil, heyecanındandı. Işıklar kapalıyken ve üzeri bir çarşafla örtülüyken, dünyanın tüm ışıkları geceye teslimken kolaydı. Hala başını döndürüyordu Kenanla geçirdiği ilk gecenin anısı.

Kenan dirseğini masaya, çenesini de eline yaslayıp hafifçe yanlamış halde dalgın dalgın Gökçe'nin zil çalan eteklerini izledi. Kadının utangaç tavrına hak verdi, kendisi de pek aklı başında sayılmazdı o sabah. Nasıl olsun, asrın kavuşması gerçekleşmişti. Gülesi geliyordu ve Gökçe'yi öpesi... Ama sonra mevzu karışıyordu ve daha önceki bildiklerine meydan okuyordu mevzuya karışan, dolaşan, coşan, taşan hisler... Konu o sabahın ne kadar aydınlık oluşuydu. Aslında konu her şeydi. Kafasının içindeki her şeye karşın, dış dünyadaki hiçbir şey. Bilemiyordu... Sadece sussa ve seyretseydi? Yoksa ezeli aptallığını çok fazla dışavuracaktı. Işıklı sabahını mahvetmekten korkuyordu.

Gökçe en sonunda masaya dizecek kahvaltılık reçel, sos, peynir çeşidi bulamayıp çaylarını koyup Kenan'ın karşısına oturdu.

Niye öyle bakıyordu ki? Yüzünde bir tuhaflık mı vardı acaba? Duştan sonra nemlendirici sürmediği için kuru cildi gerilmişti aslında kalkıp şimdi sürse miydi? Ne diyecekti Kenan'a? Olmazdı. Saçları omuzlarında kendi halinde kurumaya terkedilmişti ama pek öyle terkedilmiş de sayılmazdı hani, sanki hala Kenan'ın alev alev parmakları kumral tellerinin arasındaydı. Öyle hissediyordu.

Düşününce kendindeki o sabaha özgü garipliğin nedenini buldu. Bulduğunu sandı. Bedeninin her noktasında belki de maddesel boyutunun dışındaki varlığında, ruhunda izler duyumsuyordu. Parmak izleri, dudak izleri, daha önce tatmadığı kadar yoğun şehvet izleri, kulaklarında hala kendi tanımadığı inilti sesleri ve daha önce çıkmadığı notalarda bir takım müzikli şeyler...

'Gustav Klimt'in Öpücük' tablosu bütün gece odasının çıplak duvarlarında adeta canlanmış haldeydi. Kulaklarında her an Paganini'nin violin sonatları çalıyordu. Tüm o şaheserler, yaratıcının eliyle tamamlanan aşk senfonisinin yanında yine de sönük kalıyordu. Birbiri içinde çözünen su ve sakkaroz gibi kimyasal uyumları destansıydı, doğalarında bulunan elektrik yükünün birbiriyle kaynaşması sonucunda iç içe geçme ve birleşmesi ile oluşan enerjileri yüksek gerilim hattına eş değerdi.

Kenan çayını yudumlarken hayranlıktan gözlerini ayıramadığı sevdiğinin, elmacık kemiklerine değip geçen tatlı pembeliği hemen yakaladı. Gülümsedi sessizce. İnce belli çay bardağını belli belirsiz o gülüşün şerefine kaldırdı. İşte bu manzaraya demi iyice oturmuş çay içilirdi!

Gökçe ağzında evirip çevirdiği peynir ve ekmeği zoraki yutkundu. Bakmasındı şöyle! Etraf niye bu kadar sessizdi? Kafasının içinde gürültücü ve uyumsuz bir orkestra vardı sanki. Davulcusu biraz acemiydi gerçi, güm güm de, güm gümm! Başka vuruşu yoktu. Ritim mitim bilmiyordu. Kovsaydı davulcuyu. Sussaydı içi... Aniden ayağa kalktı.
"Müzik açmadık!" dedi.

Geç Kalınmış - TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin