İnsan parka düşmüş bir çocuktur.
Hayat bir tahterevallidir, iniş ve çıkışları aşıp dengede durabilmen karşına kimi oturttuğuna bağlıdır.Aşk bir kaydıraktır, ilk seferlerinde hep mutluluktan ağzın açık kalır aynı şeyi tekrarladıkça cazibesini yitirmeye başlar ve stabil bir uğraş haline gelir. Eğlenceli ve keyifli olduğunu bilirsin ama niyeyse ilk seferki kadar heyecan vermez.
Dostluk salıncaktır. Kendi başına da yükseklere çıkarsın ama arkandan iten biri olduğu zaman daha az yorulduğunu fark edersin.
10 yıl önce...
Düz Lise diye bir şey vardı eskiden. Anadolu, fen, öğretmen ya da meslek lisesi gibi herhangi bir nitelik taşımayan anlamında, dümdüz lise... Girenlerin hiçbir başarı sıralamasında sayılmadığı hatta öyle bir kaygılarının dahi olmadığı...
Tekirdağ Namık Kemal Lisesinin öğrencileri de, okulları gibi yalın, düz, sıradan, kendi halinde ve hiçbir iddiası olmayan tiplerdi. Diğer okul binaları hep iki renkli pembe/sarı, krizantem/bej, mavi/beyaz gibi iki renge boyalıyken bu okulun dış cephesi bile tek renk, griydi.
Düz liseliler daha şimdiden hayatta ortalarda kalmış, hiçbir yere seçilmemiş, seçilmek istememiş, kendine hedef koymamış, unutulmuş ve umursamamış, ihmal edilmiş ve arafta bırakılmıştı. Mezunu olmanın kimseye bir faydası olmadığı düz lisenin örselediği gençler burada, hocaların bile 'siz zaten düz lisesiniz sizden bir şey olmaz' diye eziklemesiyle, saldım çayıra Mevlam kayırayı oynuyordu. Aileleri salmıştı onları belki de çoktan, onlar da çimene yayılır gibi amaçsızca ve geniş geniş yayılmışlardı düz lise denen vurdumduymazlık yaylasına...
Kenan ve Gökçe, farklı mahallelerdeki ortaokullardan gelip diğer otuz kişiyle birlikte aynı dokuzuncu sınıfa denk düştüğünde Gökçe henüz on beş, Kenan on altı yaşındaydı. Lacivert ceket kravat ve kırçıllı gri çizgili kumaştan ibaret formal bir dünyaya adım atmışlardı.
Gökçe buraya gelmeyi hiç istememişti. Edirne Güzel Sanatlar Lisesini kazanmıştı ama ailesi son anda göndermekten vazgeçmişti. O dönemde henüz Tekirdağ'da Güzel Sanatlar Lisesi yoktu, Edirne'deki lisenin ise kızlar için yurt imkanı bulunmuyordu. Kalacak yer sorunu, yetenek sınavlarını kazandığı halde Gökçe'yi bu hayalinden men etmişti.
'Bari beni üç gün boyunca o yetenek sınavlarına götürmeselerdi de o havayı soluyup heveslenmeseydim!' Diye dertlenmişti.
Koridorlarında birbirinden güzel yağlı boya tabloların asılı olduğu, her köşesinden sanatçı adaylarının kafasını uzattığı, enstrüman seslerinin yükseldiği atmosferi gören biri için düz lisesinin bomboş gri duvarları ve hiçlik vaadi, vaha görmüş biri için olsa olsa çöldü.
Okula ilk gün ağlaya ağlaya geldiği kızaran burnunun ucundan belliydi. Arka sıralardan birinde tek başına oturup başını kollarının arasına alıp sıraya kapandı ve kimseyle konuşmadı. İlk üç gün böyle gidip geldi. Dördüncü gün tenefüste Gökçe kantinden dönerken sınıfın havalı serserileri Kenan ve Eren, genç kızın karşısına dikildiler.
"Naber?" dediler gevrek gevrek sırıtarak.
Gökçe o ana kadar oğlanlarla aynı sınıfta olduğunun farkında bile değildi, boş boş yüzlerine baktı.
Kenan kıza çenesini uzatıp küçümseyerek,
"Sen niye kimseyle muhatap olmuyon?""Sana ne be, hem neden olcam?"
"E aynı sınıftayız?" Dedi Eren.
Kenan muhatap alınmamaya epey bozulmuş halde, "Kendini beğenmiş misin kızım sen?" diye diklendi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geç Kalınmış - Tamamlandı
RomanceKeşke denen sözcüğü lügattan söküp alsalar, her hecesiyle ve harfiyle Onun, göğüs kafesine ekseler; keşkeden daha büyük bir pişmanlık kelimesi yeşertirdi içinden... #keşke etiketinde 1. ⭐️