"Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar:
ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir."İneceği durağa geldiğinde kalın ciltli kitabın kapağını kapatıp ismine bir göz gezdirdi Jimin. Büyük, kırmızı harflerle "Gitmekten Korkmayın" yazıyordu krem rengi kapağın tam ortasında.
Derin bir nefes alırken Tolstoy'un sözlerine karşılık "Umarım muhteşem bir hikayenin başlangıcı olur bu şehir." diye düşünmüştü genç adam. Ardından hızlı adımlarla inmişti kalabalık ve havasız metrodan.
İnsan selinin arasından sıyrılmaya çalışarak metronun merdivenlerini adımlarken bir yandan da oradan oraya koşuşturan insanları seyrediyordu sarı saçların altında ışıl ışıl parlayan gözleri.
Kimileri asık suratları ve hızlı adımlarıyla kalabalığı yarmaya çalışırken kimileri de kahkahalarla çıkıyordu metronun merdivenlerini. Bu insanların her biri bir yere gidiyor, yeni hikayelerinin ilk cümlelerini kağıda döküyorlardı belki de, tıpkı Jimin gibi.
Kalabalıktan pek hoşlanmadığı halde Seul'e geldiği için kendini takdir etmek istiyordu genç adam. Kendini bildi bileli Busan'dan dışarı adımını atmamış, üniversite yıllarında bile ailesiyle yaşamış, yaşıtlarının yaşadığı çoğu üniversite deneyiminden mahrum kalmıştı.
Şikayet ettiği de söylenemezdi, zira anne babasından, erkek kardeşinden ve arkadaşlarından ayrılmak çok zor gelmişti genç adama. Geleli yalnızca bir hafta olmasına rağmen evinin hasreti koca bir taş gibi oturmuştu sanki göğsüne. Sakin denizini şimdiden özlüyordu Jimin.
Göğsündeki ağırlığa ve tüm şehre hakim olan gri havaya rağmen midesinde kelebekler uçuşuyordu yine de genç adamın, çünkü doktorasını tamamlayalı bir yıl bile olmadığı halde ülkenin en prestijli üniversitelerinden birinde kadro bulabilmişti ve bugün ilk iş günüydü.
O kadar heyecanlıydı ki, sarı saçlarıyla ve siyah takım elbisesiyle son derece etkileyici gözüktüğünü düşünen onlarca genç kızın, bir kaç delikanlının ve hatta kendinden yaşça büyük öğretmenlerin bile dönüp ikinci kez kendisine baktığını fark etmemişti fakültenin koridorlarını adımlarken.
"İngiliz Dili ve Edebiyatı" yazısını gördüğünde doğru binanın doğru katında olduğunu anlayınca gülümsemiş, kendisine tahsis edilen ofisi kısa bir uğraşın ardından bulmuş ve çantasını yerleştirip bir bitki çayı yaptıktan sonra ders programını incelemeye koyulmuştu genç adam.
Odanın kapısında kendi isminin üzerinde ismi yazan diğer öğretmen Kim Taehyung'un odada olmamasına üzülse de tanışmak için bolca vakitleri olacağından emindi Jimin.
"Bir bakalım..." diye mırıldanmış ardından çayından bir yudum almış, kendi kendine konuşmaya devam etmişti. "Güne Shakespeare ile başlamak güzel olacak." diye mırıldandıktan sonra gerekli materyalleri almış, programda yazan sınıfa çıkan merdivenleri adımlamaya başlamıştı.
Sonunda günün ilk dersini vereceği sınıfa girdiğinde tüm sınıfın hayran bakışlarının esiri olmuştu sarı saçların altında ümitle ışıldayan kahverengi gözler.
"Merhaba, ben yeni öğretmeniniz Park Jimin." derken gülümsemiş, ardından masada duran yoklama kağıdını imzalamaları için öğrencilerden birinin masasına bırakmıştı.
Bir süre öğrencilerin birer birer imza atmasını izlemişti gülümseyerek. "Benim de öğrencilik hayatım biteli çok uzun süre olmadı." demiş, ardından bir ayağı yere değecek şekilde oturmuştu masasına.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Louder Than Bombs
FanfictionPark Jimin'in sakin denizi, öğrencisi Jeon Jungkook'un hayatına girmesiyle hırçınlaşacaktı.