GAZEL'İN ANLATIMINDAN;
Hayatım boyunca kendime hep bir omuz aradım. Aslında mevzu başımı yaslamak değildi, sadece biraz da olsa dinlenmek istedim. Daha sonra öğrendim ki, insanı yoran tek şey yorulmayı bir ihtimal yerine koymadan, sadece dinlenmeyi hayal etmekmiş. Dinlenmek için yorulmak gerekmiş meğer.
Bu yaşıma kolay gelmedim. Çok kırıldım ama sonra geçti. Zaman ilerledikçe bana kendi yaralarıma üfleyebilmeyi öğretti. Sonunda o hayatım boyunca aradığım omzu buldum. Meğerse uzak değilmiş, hemen yanı başımdaymış. Kendi omzum. Koydum başımı omzuma ve kendi omzumu kendim öptüm. Öyle bulunmaz hint kumaşı falan da değilmiş kimse, kendi omzuma bakınca anladım her şeyi.
Üzerimi giyinmiş ve Osman'ın o küçük ve samimi olan kulübesinden çıktım. Saat epey ilerlemiş, mavi gökyüzüne siyah çarşaf örtülmüştü. Güneş gitmiş yerini Ay'a teslim etmişti. Hiç yıldız yoktu, yağmur yağacağa benziyordu. Kafamı tekrar kulübeye çevirdim. Osman bu konuda her ne kadar bir şey yapmamamı istese de ok yaydan çıkalı çok olmuştu. Oldukça tedirgin duruyordu bu yüzden de sürekli tırnaklarını kemiriyordu.
"Fare gibi kemirme şu tırnaklarını."
Elini ağzından çekerken hafifçe gülümsedi.
"Sus be sen!"
Ona hafifçe gülümseyip, oldukça dikkat çeken sarı spor arabama bindim. Arabayı çalıştırıp önce ormandan çıktım ve trafiğe karıştım.
Yoldayken Giray piçinin attığı adrese doğru gidiyordum. Sır gibi saklanan toplantı yeri çok sikimsolik bir yerdeydi. Bu kadar gizlenmeye ne gerek vardı anlamıyorum doğrusu. Sonunda devasa büyüklükteki demir kapı görüş açıma girmişti. Etraf araba kaynıyordu ve bu da demek oluyordu ki içeriye araba falan sokamıyorduk. Arabamı ilk gördüğüm boşluğa park edip, torpidodaki mat siyah olan silahımı aldım. Oturduğum koltuğu geriye doğru ittirip yine torpidoya koyduğum küçük atış bıçaklarını aldım. Iki tanesini bir botumun içine diğer ikisine diğer botumun içine koyduktan sonra dikiz aynasına baktım başıma siyah bir bere takmış ve yeşil saçlarımı tamamıyla kapatmıştım. Bugüne özel olmasa da siyah giyinmiştim. Siyah dar fakat oldukça rahat olan pantolunum tam anlamıyla ikinci bir deri gibi beni sarmalamıştı. Üzerimde siyah boğazlı ince bir kazak vardı. Ayağımda olmazsa olmazım siyah postallarım vardı. Anahtarları aldıktan sonra yan tarafa attığım siyah deri ceketimi alıp arabadan çıktım. Arabayı kilitledikten sonra deri ceketimi üzerime geçirip önünü ilikledim. Demir kapı açılmazken kapıya vurdum ama yine açılmamıştı. Yaklaşık iki dakika boyunca kapıya vurmuş ve küfür etmiştim. En sonunda arka cebimdeki telefonu çıkartıp Giray'ı aradım.
"Nerde kaldın toplantı başlayacak birazdan?"
Ne yani bir de bana hesap mı soruyordu bu salak! Hepsi onun suçuydu.
"Hemen buraya gel ve şu sıçtığımın kapısını aç! Yoksa ben, bu kapıyı emin ol patlatacağım."
Bir şey demesine izi vermeden telefonu kapatıp beklemeye başladım. Sinirden bütün vücudum gerilmişti ve yavaştan da ellerim titremişti. Heyecandan ya da başka bir şeyden ellerim asla titremezdi sadece sinir durumunda uçuş moduna geçiyorlardı.
Aradan fazla geçmeden büyük demir kapı açıldı. Kapıya açan adamlara sinirle bakarken yanlarından geçtim.
"Kapıyı açtığın elini sikeyim senin!"
Onları geride bırakıp Giray'a doğru ilerledim ve beraber önümüzdeki kuleye benzer eve doğru yürümeye başladık.
"Pek bir sinirli gördüm seni, ne iş?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOĞUK SEMT
Novela JuvenilSessizlik. Burda öyle bir sessizlik vardı ki; Rüzgâr olduğunda sallanıp, dalına tutunamayan yaprağın yere düşme sesini duyacak kadar. Kendi kalp atışınızı kulaklarınızda hissedecek kadar. Vücudunuzdaki kanın orda oraya taşındığını duyacak kadar ses...