Üzerimdeki yükün bir anda kalktığını hissettim. Israr etmediği için ona minnettardım, kalkıp boynuna sarılmak bile kafamın içinde yer etmişti ama bu fikri çabucak def ettim. Sarılmak mı, yalan sölemenin verdiği gerginlikle kafayı sıyırmıştım heralde.
Hafifçe tebessüm edip, kafamı eğdim. Söyleyecek bir şeyimin olmaması ve kendimi soktuğum rezil durumun verdiği rahatsızlıkla kağıda "gitmem gerek" yazıp, kağıdı ona uzattım.
Sesli olarak "Bende şimdi kalkıyordum, hadi çıkalım" dedi.
Kulaklarım duyduğu şeyi reddediyordu. Lanet olsun. Lanet olsun. Burdan onla birlikte çıkamazdım. Ya birini görürsem ve bana selam verirse ne yapardım.
Bir yandan hazırlanıyor bir yandan da vücudumdaki kanın çekiliyor olduğunu gizlemeye çalışıyordum. Birazdan yalanım ortaya çıkacaktı. Bundan emindim çünkü çıkışa ulaşmak için ana kısımdan geçmem gerekiyordu ve tanıdık birini görme ihtimalim yüzde yüzdü. Vee konuşmadan sıyrılabileceğim bir konuşma olması için dua ediyordum.
Evet, büyük bir yalan söylemiştim ve konuştuğumu görünce bana kahkahalarla gülecekti. Bu saçma yalana başvurduğum için çocukluktan kurtulamadığımı falan düşünecekti. Onlarca kez lanet olsun. Ya sırf onla konuşup ilgisini çekebilmek için yalan söylediğimi düşünürse.
Bir anda kıpkırmızı olduğumu hissettim. Bazı şeyleri ortaya çıkarabilmek için bu kadar boka batabilmek bana özgüydü.
- "Çıkmıyor muyuz?" demesiyle kendime geldim. Çantamı omzuma attığım gibi ana okuma salonuna yöneldim. Ordanda hızlıca çıkışa yönelip ortalıktan toz olmak vardı planımda ama tabiki dünyanın en şanslı insanı değildim. Sınıf arkadaşım Bay mükemmel bana doğru geliyordu. Ki "bay mükemmel" lakabını kendi uydurmuştu. Mükemmellikle yakından uzaktan alakası yoktu ama tavan yapmış egosu her şeyi yapabileceğine inandırmıştı kendini. Kimse de onun kendine taktığı lakapla çok ilgilenmediği için öylece kalmıştı. Ve lanet olasıca anti bay mükemmel - ki o artık benim için öyle- hala gülerek yaklaşıyordu. Teknik olarak onla alıp veremediğim bir şey yoktu ama nedensiz bir şekilde bana sevimsiz ve içten pazarlıklı gibi geliyordu.
Sonunda aramızdaki mesafe azalınca;
- "Selam, naber?" dedi.
Ve elime ona sinir olmam için yeterince sebep vermiş oldu...
Hiç bozuntuya vermeden ve adımları yavaşlatmadan selamına karşılık göz kırptım. Naberin cevabı olarak da omuzlarımı devirdim. Son olarak konuşmayı sonlandırmak maksadıyla hoşçakal manasında elimi sallamadım . Ve hızla kütüphaneden çıktım. Yeterince özürlü gibi gözükmüştüm ama buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.
O'Conner ın ayak seslerini tam arkamda duyabiliyordum. Çıkış kapısını geçipte temiz havayla buluşunca rahatlamıştım. Şimdi geriye O'Conner ı sorunsuzca sepetlemek kalmıştı.
Dışarda felaket şekilde yağmur yağdığını farketmem zaman aldı. İçeride ne kadar kaldığımı bilmiyordum ama bu yağmuru kaçırdığım için üzülmüştüm. Kitaplardan sonra en çok sevdiğim şey yağmurdu. Benim gözümde yağmur iyi olan her şeyin simgesiydi.
Yağmurun güzelliğini surat ifademle dile getirebilmeyi isterdim. O'Conner ın ne düşündüğünü anlamak için biraz geri çekilip ona döndüm. Ve ağzından arsız bir küfrün savrulduğunu gördüm. Gördüm diyorum çünkü sessizce dökülmüştü dudaklarından.
Ne olduğunu anlamadan "lanet yağmur" deyip olabildiğince hızlı koşmaya başladı. Hem koşuyor hemde elinde tuttuğu kapşonlu hırkasını giymeye çalışıyordu. Hayatımda hiç bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyoru. Yağmur bu ya, sadece YAĞMUR!
ÖKÜZ diye geçirdim içimden. Bana bir hoşçakal yada görüşmek üzere bile dememiş olması umrumda bile değildi. Pekala biraz bozulmuştum ama şuan tek düşünebildiğim "bir insanın nasıl olupta yağmurdan bu kadar nefret edebildiği" ydi.
Saf öküz dedim tekrar ve elime cebime atıp amaçsızca yürümeye başladım. Nereye gittiğim yada ne kadar ıslandığım önemli değildi. Tek bildiğim yaz geliyordu ve her yağmur damlasını özleyeceğim anlar yaşayacaktım. Bu yüzden yağmur dinene kadar yürüyecektim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜNYALAR ARASINDA #Wattys2016
FantasyHerkes yeryüzünde kendi halinde yaşıyordu. Bastıkları toprağın neler gizlediğini bilmeden...