Bölüm-13

374 33 15
                                    

     - "Tabi ki konuşabiliyorum, aklını mı kaçırdın" dedim. Ama hatamı cümlem bitince farkettim. O'conner da pörtlettiği gözleriyle anlamsızca bana bakıyordu. Ne diyeceğimi bilemedim. Acayip bir şekilde hem saçmalamış hemde yalanımı kendim ortaya çıkartmıştım. Her ne kadar O'conner ın donuk bakışları beni gersede içimde bu yalandan kurtulduğum için anlamsız bir mutluluk vardı.

          Ağzıma kan tadı gelince dudağımı dişlediğimi farkettim. Ne zaman kendimi anlamsız içinden çıkılmaz dar sokaklara soksam sıkıntıdan dudağımı dişlerdim. Kanla birlikte dikkatim dağıldı ve O'conner ın anlamsız ve gergin bakışlarının yumuşadığını hissettim ama bu fazla sürmedi.

          Gözlerimi kaldırıp ona baktım ama bir şey söyleyemedim. Sessizliği o bozdu ve

     - "Her şey senin yüzünden bu hale gelmişken birde kalkmış bana yalan söylüyorsun" dedi.

          Benim yüzümden...

          Hemde her şey...

          Bu sefer gözlerini pörtletme sırası bendeydi. Ağzıma geleni söyleyecek cesareti bulmuşken O'conner konuşmaya devam etti.

     - "Hiç bir şey bilmeyen, herşeyden habersiz normal biri olabileceğin aklıma gelmezdi. Beni şaşırtmak kolay iş değildir aferin sana. Meğerse tek düze yaşayan saf kitap kurdunun tekiymişsin" dedi.

          Az önce geçirdiği trafik kazasından beter dayak harbinden sonra, kelimeler ağzından anlamlarını bilmiyormuş gibi sakin ve tonlamasız çıkıyordu ama bu bile sözlerini biraz olsun hafifletmiyordu.

          Tam beş dakika önce kendini kahraman zanneden kızdan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Burda, sahilde dizlerinin üstüne çökmüş ona yardımcı olmaya çalışırken, o da beni sözleriyle hastanelik etmişti. Kendimi bok gibi hissediyordum. Ne eksik ne fazla, keyfli halimden bir nebze eser kalmamıştı.

          Beni farklı biri mi zannetmişti? Beni biriyle karıştırıyor olma ihtimali var mıydı? Ben tekdüze miydim? Sadece yenilik için kudurmuyorum o kadar. Her gün aynı yerde kitap okumanın aynı yolu kullanmanın nesi kötü anlamadım.

          Az önce herşeyin sorumlusunun ben olduğumu söylüyorken, şimdi her şeyden habersiz safın teki olmuştum. Bir konuşmaya başlasam susmazdım. Her şeyin cevabını almadan onu bırakmazdım. Hatta sinirden şuanda onu ciddi manada incitebilirdim ama karşımda kanlar içinde olan O'conner zaten fazla incinmişti, hırpalanmıştı ve saatler önceki yağmur yüzünden sırılsıklamdı. Şans eseri yaraları mikrop kapmasa bile zatürreden kesinlikle ölürdü.

          Sölediklerini düşünmemeye çalışarak ki bu şuan imkansızı başarmakla eş değerdeydi.

     - "Ne söylediğini bilmiyorsun. Kalk seni hastaneye götürmeme yardım et. Sonra seni daha fazla derde sokmamam için bu saf aptal kızdan istediğin kadar uzağa gidebilirsin. Beni nasıl bir duruma soktuğunun hiç bir önemi yokmuş gibi."

          İçten bir kahkaha attı. Tabi muhtemel sayısız kırık kaburga yüzünden kahkahası yarım kaldı ve yüzüne memnuniyetsiz bir ifade hakim oldu.

     - "Hastaneye falan gitmiyorum" dedi net bir şekilde ama sırıtarak "seni saf aptal kız" diye de ekledi.

          Sinirlendim ve onu çok acıtmayacak kadar yavaş, kızdığımı belli edecek kadar hızlı bir şekilde göğsüne vurdum. Hazırlıksız yakalandı ve" ahh" diye inledi. Sonra kaşlarını çatarak;
     - "Sen mi beni hastaneye götüreceksin? Hastaneyle mezarlığın yerini karıştırıyor olma ihtimalin var mı?" dedi.
     - "Güzel espri" dedim ve içten olmayan şekilde güldüm.
          Fazla oyalanmıştım. Bu olayı sonra halledebilirdim. Acilen eve gitmem gerekiyordu. Ve aklıma evdekilerin beni halá aramamış olduğu geldi. Panikle telefonuma uzandım. Babam iki kez aramıştı ve lanet telefonum sessizdeydi.
Hemen babamı aradım. O'conner boş gözlerle beni izlerken telefondan babamın endişeli sesi geldi. "kızım nerdesin?"
Bende her ihtimale karşı boştaki elimle O'conner ın ağzını kapattım ve babama gece dersine girdiğimi ve bir saate evde olacağımı söyleyip telefonu kapattım.
O'conner eliyle ağzındaki elimi çekti ve gülmeye başladı.
     - "Sıfatlarınıza bir yenisi daha eklendi küçük hanım. Saf, aptal ve yalancı" dedi.
     - "Şapşallığına dayanamıyorum ama dua et ki şuan seni burda bırakacak kadar vicdansız değilim" dedim. Ardından zaten elimde olan telefona yönelip 112yi tuşladım. Ne yaptığıma anlam vermeye çalıştığı belli oluyordu. Karşımdaki ya aptalın tekiydi yada daha kötüsü diye düşünürken, telefondan "acil durumunuz nedir?" diye tepki gelince " acil ambulans lazım" dememle O'conner ın elime yapışıp telefonu kapatması bir oldu.
Az önce dayak yiyen birine göre gayet çevikti.
      - "Senden ambulans isteyen mi oldu" dedi. "İllaki bir şey yapmak istiyorsan beni eve bırakabilirsin, tabi umarım ehliyetin vardır."
      -" Tabi ki ehliyetim var " dedim. Araba delisi bir babanın çocuğu olmanın faydaları diye geçirdim içimden.
Zor hareket ederek pantolanunun arka cebinden çıkardığı araba anahtarlarını bana uzattı ama yüzünde bir duraksama vardı. Arabasına gereğinden fazla özenen, onu herkese emanet edemeyen ergen duraksaması gibiydi. "Sorun ne?" dedim.
     - "Şey... Arabam biraz uzakta" dedi. "Yardımcı olursan arabaya kadar yürüyebilirim."
          Her ne kadar arabasını alıp gelmeyi teklif etsem de kabul etmedi.
          Benim boyutlarımda bir kıza göre uzun ve cüsseli olsada elimden geleni yaparak onu ayağa kaldırdım. Ayakta durma şekline bakarak bile durumun vahametini anlamak mümkündü. Fena dayak yemişti. Sahi niye dayak yemişti. Fazlasıyla atletikti. Her ne kadar ergen grubu çoğunlukta olsada bu kadar dayak yemiş olması mantıksızdı.
     - "..."
          Ağzımı açmamla beni susturması bir oldu. "Ne söyleyeceğini biliyorum yada ne soracağını. Ne kadar meraklı olduğun gözlerinden okunuyor. Ama hayatımı boka çevirmeni affetmem adına şimdilik sadece susup bana yardım etsen olmaz mı" dedi.
Hiçbir şey söylemedim elini omzuma attığım gibi beline sarıldım ve yürümesi için ona destek oldum.
          Bu kadar hızlı kabullenmem onur şok etmiş olacak ki hangi yöne gideceğimizi söylemesi birkaç saniyesini aldı. Gösterdiği yöne doğru yavaşça yürümeye başladık. Çok ağrısı vardı ama beni yormamak için üzerime fazla ağırlık vermemeye çalıştığını anlayabiliyordum. 10 dakikaya yakın sahil boyu yürümüştük. Fazla yürümemiştik ama o kadar yavaş yürüyordu ki saatler geçmiş gibiydi. Belim ağırmaya başlamıştı yinede dümdüz yürüdüğümüz için şükrediyorum. Karşıdan karşıya onu geçirmek için 3 tane yeşil ışık süresi bile az kalırdı.
     - "Ne düşünüyorsun?" dedi.
     - "Konuşmamı istemediğini" diye yalan söyledim.
     - "Her an laf dalaşına hazır gibisin. Niye hep sinirlisin" dedi.
          Vay beyefendi karakter tahlili de yapabiliyormuş demek geçti içimden ama bunu söylersem tam da bahsettiği gibi olduğumu ispatlamış olacağım için "lanet araban gerçekten var değil mi" diye lafı değiştirdim.
     - "Tam konuşma havanızdasınız Mrs. Austen" dedi.
Durdum ve ona baktım.
     - "Sen az önce lost dizisinden alıntı mı yaptın yoksa bana mı öyle geldi" dedim.
     - "Bence gayet adil. Sen bana O'conner diyorsan, bende sana Kate Austen benzetmesi yapabilirim. Ben senin adını bilmiyorsam sende benimkini öğrenemezsin" dedi.
           İşte bu kötü olmuştu. Yerde ölüden farksız yatarken bile ona nasıl seslendiğimi duyabilmişti. Mükemmel! Dalga malzemesi olmam için bir konu daha...
     - "Peki öyle olsun O'conner. Senle bu oyunu oynamaya varım" dedim.
     - "Her ne kadar Kate le yarışabilecek kadar zeki olmasanda en az onun kadar güzelsin. Ve en az onun kadar agresif."
     -" Kibarlık yapmana gerek yok O'conner, insanlığımdan sana yardım ediyorum. Karizmana kapıldığımdan değil" dedim.
     - "Ne şanslısın ki bizde öyle insanlığa ait şeyler yoktur" dedi.
     - "O da ne demek???"
     - "Hiç, hiçç bir şey! İşte arabam orda, siyah olan" dedi.
Her ne kadar konunun dağılmasını istemesem de arabasını görmemle bir önceki konuya olan ilgim tuzla buz olmuştu. Karşımda 2014 model Ford Focus duruyordu. Simsiyahtı ve bu canavarın şoför koltuğuna oturmak üzereydim.
     - "Salyalarını silsen iyi olur çünkü arabamı kirletmene göz yumamam" dedi.
     - "Çok komik Mr. Zengin ukala" diye çıkıştım.
Arabayı açtım, onu ön koltuğa oturttum ve bende olmam gereken yere geçtim.
Araba kullanırken odaklanmam zor oluyordu. Dikkatim arabadayken kesinlikle hata yapıyordum. Aklım başka yerdeyke mükemmel bir sürücü oluyordum. Ve şansıma elimde düşünmek için onlarca şey vardı.
Nereye gideceğimizi söylemesi umuduyla ona baktım. "Beni üniversitenin kütüphanesinin önünde bırakman kafidir" dedi.
     - "Kütüphane mi? Bu saatte ve bu halde kütüphane ne alaka. Bana evinin nerde olduğunu söyleyebilirsin merak etme sapık gibi evini gözetlemem" dedim. "Yada boşver umrumda bile değil. Bu gece başka bir şey duymak istemiyorum. Seni lanet kütüphaneye bırakmak benim için bir zevktir" diye de ekledim. Kendimi arabanın mükemmel konforuna kaptırdım ve yolun, altımızdan akıp gitmesine izin verdim.

                  ❄ ❄ ❄
Kate Austen=lost dizisinden...

DÜNYALAR ARASINDA #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin