Bölüm 12

622 39 19
                                    

kişiliğiyle beni etkileyen adaşıma ithafen

Ne kadar yürüdüğümü bilmiyorum. Tek bildiğim yağmurun dindiği ve havanın karardığı.

Okulumuz şehir merkezinden uzaktı ve merkeze gelmek için yürümek hiç akıl karı değildi. Ama yağmurun ihtişamı altında meafenin önemi yoktu. Kaç saat yürüdüğümü düşünemeyecek kadar keyfliydim. Ve şehir merkezine girdiğim için şehrin tüm gürültüsü keyfime gölge düşürüyordu. Ama bunun böyle bitmesine göz yumamazdım. Saatin geç olduğu ve babamın beni merak edeceği gerçeğini göz ardı ederek günü sahil havası alarak bitirmeye karar verdim.

Sahill paralel uzanan bir şehirde yaşadığım için denize ulaşmak iki dakikamı almıştı. Kulağımda kulaklık ve beynimin içinde hard rock bir şarkıyla sahil boyu yürümeye başladım. Şiddetli yağmurun altında ıslanmanın verdiği üşüme hissiyle titresemde hiç bozuntuya vermedim.

Normalde hava karardıktan sonra hayatta sahile inemezdim. Buralarda gelişmiş toplumun getirilerine uymayan bir anlayış mevcuttu ve bu anlayış gece olunca her köşenin serserilerle dolup taşmasına imkan sağlıyordu. Sessiz, sakin ve kendi halinde yaşayan biri olmak istiyorsan takılabileceğin mekanlar sınırlıydı. Aslında bundan şikayetçi değildim ama bugünlük kendime tolerans göstermek istedim.

Hayatımda ki en büyük belirsizlik olan O'conner ı düşünüp yürümeye devam ediyordum. Ve O'conner ı, saplantılı gibi okuduğum fantastik roman karakterleri ile kıyaslıyordum. O'conner benim roman karakterim olsa ona ne gibi süper güçler verirdim diye çocukça hayaller kuruyordum. Ki......

Sahil boyu uzanan yürüyüş yolu her ne kadar aydınlatılsada sokak lambaları arasında kalan bölgeler karanlıkta kalmayı başarıyordu.

Ben saçma hayaller kurup yürümeye devam ederken kulağıma bağrışma sesleri geldi. Gerçi günümüz ergenlerinin normal konuşma seviyeleri bağırma tonunda olduğu için duyduğum sesler normal bir sohbet ortamından da gelebilirdi.

Tempomu hafif yavaşlatarak yürümeye devam ettim. Normalde böyle yerlerde insanın başına nelr gelebileceğini düşünürken bile korkan ben, olayı bizzat yaşarken saçma bir deli cesaretiyle dolup taşarım. Ve aynı cesaretin damarlarımda akmaya bailadığını hissettim.

Yürümeye devam ettim. Başıma en fazla neler gelebilirdi ki... Tamam, şuan beterin beterini içeren elli bin tane farklı senaryo yazılabilir ama içimdeki deli cesareti bunları düşünmeyi reddediyordu. En kötü ihtimalle topuklar en yakın karakola kadar koşardım. Tabi en yakın karakolun nerde olduğunu bilmediğimi de düşünmemeye çalıştım.

Ben yürüdükçe görüntü netleşiyordu fakat ses borozan sesli erkeklerin aynı anda konuşmasıyla sonuçlanan anlamsızlıkla kulağıma geliyordu.

30 metre ilerde bir erkek yığınına bakıyordum. Karanlığın müsaade ettiği kadar görebildiğim yedi ergen çocuktu. Ergen çocuk diye küçümsediğime bakmayın hepsi hormon kazanına düşmüş gibi iriydi.

Konuşuyorlar mı dans mı ediyorlar diye karar vermeye çalışırken yedi gencin ortasında yerde cenin pozisyonunda yatan sekizinci çocuğu farkettim.

Her ne kadar orda kötü bir şeyler döndüğünü inkar etmeye çalışsam da kalbim normalden iki kat hızlı çarpmaya başladı.

Çocuklarda bir hareketlenme oldu ve görebildiğim kadarıyla çocuğu tekmelemeye başladılar.

Artık bir şeyler yapmam gerektiğini bilmem için vahiy gelmesine ihtiyacım yoktu. Ama 1.65 boyunda cılız bir kız olarak yapabileceklerim sınırlıydı. Orda sıvışmam gerektiğini biliyordum ama yerde yatan çocuğu görmezden gelemezdim. yine de onu kurtarmaya çalışırken kendimi boka batırmamaya özen göstermeliydim.

Akılsız kafam diye söylendim, yürüyüş yolunun ortasında durduğumu farkederek. Ya beni görselerdi. Çocuğa yardımcı olamadığım gibi 3.sayfa haberi olacaktım. Bu tam da babamın yüreğine indirecek büyüklükte bir olay olurdu.

Kendime sinirlendim ve sinirden ağlamak üzereydim. Hiç bir zaman naif yada çıt kırıldım bir kız olmadım. Ağlardım ama buna yanlızca sinirin beni boğmak üzere olması sebep olabilirdi.

Etrafıma bakındım ve bana en yakın bankın arkasına sindim. Minyon olmanın faydaları dedim içimden. Şimdi sırada mantıklı ve aynı zamanda başımı derde sokmayan bir çözüm yolu bulmak vardı.

Başımı kaldırıp ergenlere baktım ve hala günün en eğleceli olayıymış gibi güle oynaya yerdeki genci tekmeliyorlardı. Polisi arasam kaç dakikaya burda olurlardı. Ya da bana inanırlar mıydı. Polisi arama fikrini ayrıntılı düşünürken aklıma başka bir fikir geldi. Polisi aramak uzun vadede mantıklı gibi gelsede bana kısa vadede hemen çözüm getirecek ve çocuğu daha fazla dayak yemekten kurtaracak bir çözüm yolu olmalıydı. Her ne kadar fikrim mantıklı gibi gelsede amatör işi gibi duruyordu. Yani teknik olarak zaten amatör işiydi ama elimdeki tek kısa vadeli çözüm buydu. Hiç bir şey yapmamaktan iyidir dedim ve biraz ilerde otoyolda herşeyden habersiz ilerleyen arabaların geçmesini bekledim. Çabucak karşıya geçtim. Beni göremeyeceklerinden emin olduğum bir yerde sindim ve telefonumu çıkardım.

Youtube ' a polis siren sesi yazdım ve ilk çıkan videoyu tıklmadan önce her gün yanımda taşıdığım minnacık ama sesiyle ortalığı inleten -en azından şuan öyle olmasını umudediyorum- harici hoparlörü çıkardım. Hard rock delisi ve yüksek ses müzikten hoşlanan biri olmam ilk kez işe yaramıştı. Yada umarım işe yarar.

Hoparlörü telefonuma bağladım ve oynat düğmesine bastığım anda kulaklarımı sağır edensiren sesi çalmaya başladı.

Siren sesini benim açmış olmama rağmen gerilmiştim. Bunun bulunduğum durumdan mı yoksa sesten mi kaynaklandığını bilmiyorum ama damarlarımdaki adrenalinin her an arttığını biliyordum.

Tek dileğim siren sesini duyan ergenlerin dağılmasıydı. bir kaç dakika içerisinde hoparlörü kapatmazsam gerçekten polisler gelecekti ama o zamanda benim başım yanabilirdi. Bu işi polis olmadan halletmeliydim.

En sonunda videoyu dikkatlice başa sardım. Telefonumun sesini açık halde bırakıp tekrar yoldan karşıya gerçtim ve onları görebilecek kadar yakına gittim. Ve sevinçten deliye dönmemi sağlayan manzarayla karşılaştım. Her ne kadar çocuğun yerde kıvranan bedeni hevesimi endişeye çevirsede planım işe yaradığı için kendimi süper kahraman gibi hissetmiştim. Hızlıca telefonumun yanına döndüm ve lanet sesi kapattığım gibi telefonu ve hoparlörü çantama attım. Koşarak tekrar karşıya geçip çocuğa doğru yöneldim. Çocuk yerde sırtı bana dönük yatıyordu ve fena halde kıvranıyordu. Kıvranıyor olması içimi ferahlattı. Kıvranmasa bayılmış ve ya ölmüş demek olurdu ki işte o zaman başım ciddi derde girerdi.

Çantamı yere atıp, çocuğun yanında yere diz çöktüm. Ve hasar kontrolü yapar gibi yüzüne baktım. Her ne kadar kaşı patlamış, dudağı bolan gibi şişmiş ve burnu oluk oluk kanasa da yüzünü hemen tanımıştım.

Karşımda yerde yatan O'conner dı ve her nedense onu gördüğüme hiç şaşırmamıştım. Sanki bu durumla her gün karşılaşıyormuş gibiydim ve O'conner a:

-"O!conner ! iyi misin? " dedim.

İnlemeleri durdu. Artık hiç kıpırdamıyordu ama gözlerini gözlerime dikmiş bana bakıyordu. Nerdeyse yarım dakika öyle durduk. Sanki gözleriyle beni hareketsiz bıramış gibiydi hareket edemiyordum. O gözlerime bakmaya devam ederken az önce dayak yiyenin o olduğunu hatırlayarak etkisinden kurtuldum ve :

- "O'conner kebdine gel. haydi seni hastaneye götüreyim" dedim.

Gözünden bir damla yaş geldiğine yemin edebilirim. Ama az önce dünyanın dayağını yiyen birine göre bu gayet mantıklıydı. ben daha ne olduğunu anlamadan hafifçe diklenip bana sarıldı. Beni öyle sıkı sardı ki az önce dayak yiyenin o olduğunu unutmak üzereydim. Ben hala şoku atlatamadan:

-"Şükürler olsun, konuşabiliyorsun" dedi.

Hikayemi takip eden herkese teşekkür ederim. Lütfen beğenilerinizi eksik etmeyin. Tüm önerilere de açığım...

DÜNYALAR ARASINDA #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin