Karışıklığa neden olmasın, italik yerlerde geçmişe atıf yapıyorum 😅. Bir diğer söylemek istediğim şey de hikayeyi apar topar ilerletmeye çok niyetli olmadığım. Çünkü ikinci dünya savaşı, özellikle holokost ince konular, eğer aksi bir fikirdeyseniz söyleyin lütfen. İyi okumalar
Artık teğmen, uykunun ne demek olduğunu güçlükle anımsıyordu. Birkaç saat uyuyabileceği fikri kabuslarıyla bölündüğünde, yerinden kalkmış ve trende camın kenarına oturmuştu. Dışarıdaki ayazı fiziksel olarak hissetmese de tüylerinin ürperdiğini hissediyordu. Cebindeki gümüş saati çıkardı, neredeyse sabah beş olacaktı. Parmakları saatin kapağı üzerinde bir süre gezindi.
Steve'le ilk geldikleri günden itibaren üç ay Weimar'da kalmıştı. Sonrasında ise bir ay kadar Münih'te, şimdi oradan dönüyordu. Kıyaslanacak bir farkı yoktu bu şehirlerin, Bucky ikisinde de sanki birisi boğazını sıkıyormuş gibi hissediyordu. Geri dönme nedeni, Weimar'da en azından çocukluk arkadaşıyla beraber olmasıydı. Birkaç diğer nedeni saymazsak tabi... Dört ayda, işler teğmenin hayal edebileceğinden oldukça hızlı ilerlemişti. Ama evet... Bu da sonrasında anlatılacak bir hikayeydi.
Bucky aldığı kokuyla saatinin yelkovanını izlemeye son verdi ve trenin camını, küçük bir gürültüye neden olacak kadar hızlı kapattı.
Dört ay önce, Weimar'a ilk adım attığı gün, merakına yenik düşmek gibi bir hata yapmıştı.
Steve'in arkasından apar topar ona yetişmiş ve o zaman oldukça çorak olan arazide yürümeye devam etmişti. Bu arazi, iki ay içinde toplama kampına dönüşecekti, Bucky'nin Münih'e gitmesindeki bir neden de bu olabilir miydi, belki asla bilemeyeceğiz. Ancak asıl konu, Bucky'nin sürekli aldığı bu rahatsız edici kokuydu. Gerçekten kimse yadırgamıyor gibiydi, diğer yandan kendisi kafayı yiyecekti.
Steve'in, askerle konuşmadığı bir boşluktan faydalanıp alt dudağını ısırmış ve ikisine de yöneltmişti sorusunu. "Siz de bir koku alıyor musunuz? Tuhaf bir koku var"
Asker başta onun neyden bahsettiğini anlamadığı için bir süre düşünmek zorunda kalmıştı. Bunu daha çabuk çözen yüzbaşıydı. "Fırınlardan geliyor" Steve muhtemelen soğuk hava yüzünden burnunu çekmişti. "Ülkemize yük olacaklardan kurtuluyorlar"
Asker bu sefer anladığını belirtir gibi bir mırıldanma çıkarmıştı. Hemen arkasından, parmağını ilerideki, bacasından siyah bir duman çıkan yapıya yönelterek ekledi. "Evet, krematoryumdan geliyor"
Bucky, Berlin'de çalıştığı zamanda bunun bahsi geçtiğini duymuştu elbette, ancak kimsenin bu denli ileri gidebileceğine ihtimal vermemişti. Parmak uçlarının uyuştuğunu hissediyordu şimdi.
"İnsanları mı yakıyorlar?"
Sigara... Bucky'nin sigaraya ihtiyacı vardı. Çünkü kendi içinde kaldığı ikilemleri başka türlü nasıl aşacağını bilmiyordu.
Kompartımanından çıkıp dikkatli adımlarıyla vagonun sonundaki kapıya yürürken eliyle iç cebindeki sigaralığı arıyordu. Parmakları metalin soğukluğuyla buluşunca vakit kaybetmeden çıkarmıştı. Kapıya ulaşır ulaşmaz eliyle itti, aksilik bu ya, şimdi de çakmağını bulamıyordu.
Boştaki eliyle ceplerini yoklarken gözleri, kendisine uzatılan çakmağa kaymıştı.
Bucky çakmağa uzandı. Gözleri eşzamanlı olarak bunun sahibine dönmüş, sonrasında ise birkaç saniye orada sabitlenmişti. "Teşekkür ederim"
Sarışın kadın, rüzgarın uçuşturduğu saçlarına çok aldırmadan sırtını kapıya dayadı. Kırmızı rujlu dudağında hoş bir gülümseme vardı. "Rica ederim, ihtiyacınız var gibi görünüyordu"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memoirs of Holocaust | Stony Au
FanfictionBaşlangıçta Tony, yıllardır davasını gururla yücelten bu Nazi askerine pek tehlikeli gözükmemişti. Oysa, bütün evi içten içe tüketip yıkılmasına yol açan tahtakuruları da oldukça zararsız görünürler. Anlıyorsunuz ya?