Başlangıçta Tony, yıllardır davasını gururla yücelten bu Nazi askerine pek tehlikeli gözükmemişti. Oysa, bütün evi içten içe tüketip yıkılmasına yol açan tahtakuruları da oldukça zararsız görünürler. Anlıyorsunuz ya?
"Sen gerçekten çok şanslı bir köpeksin..." binbaşı onun ellerini isteksizce açarken mırıldanmıştı. "Umarım son şansın budur"
Steve ne döndüğünü anlayamamıştı, başını yana eğip Rumlow'un yüzüne baktı. Bucky bir şey mi söylemişti?
Söylese bunu sırf keyiflenmek için Steve'e söylemez miydi?
"Sana hiç güvenmiyorum. Ensende olacağım" Steve'i çekiştirerek ayağa kaldırıp dışarı iteklemişti. Steve dışarı çıkarken bir şey söylemek için ağzını araladı ama Natasha, yüzbaşının çıktığını gördüğü an kolunu tutmuştu. Bir şeyi bozmasını istemiyordu.
"Yüzbaşı."
"Sen..." arası isimlerle çok iyi değildi.
"Sizi almaya geldim, albay özellikle iyi muamele gördüğünüzden emin olmamı istedi" gözleri Rumlow'la buluşunca adam, gözlerini devirmişti.
Steve bir şey anlamalı mıydı emin olamıyordu, sadece kadını takip edip sessiz durmayı seçti.
Natasha yürürken cebinden çıkardığı kumaş mendili, su içen askerin bardağına batırmış ve yürümeyi kesmeden flörtöz bir gülümsemeyle özür dilemişti. Asker oracıkta eridiği için cevap veremedi.
Steve olsa verirdi.
"Geçin lütfen" Natasha ona yol verip arabanın diğer tarafına yürümüş ve oradan arka koltuğa oturmuştu. Ikisi de geçtiklerinde, araba, vakit kaybetmeden hareket etti.
Natasha koltukta yüzbaşına doğru kayıp elini uzattığında Steve başını geriye çekmişti. "Yanlış anlama olmasın diye söylüyorum... sizinle iş birliği yapmak gibi bir amcacım yok"
"Benim de sizinle yok yüzbaşı. Bir arkadaşın ricası yüzünden buradayım ben" ıslak mendili onun yüzündeki kurumuş kan lekelerini silmek için kullanmıştı.
"Bucky'i dinleyip böyle bir risk almamalıydın. Madem amacınız önemli..."
Natasha parmağını onun kaşından dudağının kenarına indirmişti. "Yazık olmuş, yüzünüz çok güzeldi"
Steve ona daha fazla izin vermeyip geriye çekilmiş ve başını koltuğa dayamıştı. Gözleri yorgunluktan kapandığında ne zamandır uyumadığını düşünmeden edemedi.
Natasha, elindeki mendili koltuğun üzerine bırakıp kollarını birleştirerek camdan dışarı baktı. Sanki Weimar'daki asker sayısı azalıyor gibiydi. "Tony'di."
Steve gözlerini aralayıp başını çevirmeden ona baktı. Natasha onun yansımasını camdan izlemiş, yüzünü çevirmemişti. Yüzbaşının yüzünü, şaşkınlık ele geçirirken Natasha her saniyesinden keyif aldı.
"Tuhaf... ben yahudi olsam, cenazeni izlemek için en önden yer tutardım. Yerinizde olsam içkilerimi kontrol ederdim, belki de aklı başında değildi"
Steve gözlerini kendi tarafındaki cama dikmişti bu sefer. Sessizliğini bozmamıştı. Gözleri ağaçlık yolu takip ederken kadına geri döndü.
"Albay mı?"
Natasha birdenbire sorduğu için duraksayarak ona baktı.
"Albayın benimle ne işi olsun?"
"Tanıdığımdı, bu kadar çabuk kullanmayı düşünmemiştim ama How-"
Tom boğazını temizleyip direksiyonu sola kırınca Natasha lafını kendisine saklaması gerektiğini fark etti. Steve huzursuzlanmıştı şimdi.
"Ama?"
"Geldik." Natasha, yüzbaşıyla inmeyeceği için yerinden kıpırdamamıştı. "Iyi bir gün dilerim, umarım bir daha böyle bir durumda denk gelmeyiz"
Steve kapıyı açarak bakmıştı ona. "Umarım hiç denk gelmeyiz" ardından Tom'a bakıp kaşlarını çatmış ve kapıyı kapatmıştı. Tom, onun kendisi hakkında daha fazla düşünmesine izin vermeyerek arabayı çalıştırdı ve uzaklaştı.
Steve elini dağınık saçlarına sokup eve yürürken düzeltmeye çalışıyordu. Tek dağınık şey saçı sayılmazdı ama nedense şimdi ona takılmıştı.
Kapıyı açıp içeri girdiğinde, salondan kendisine dikilen dört çift göz beklemiyordu. Saat kaçtı ki, sabah beş belki?
Belli ki bu gözlerin üç çifti de kendisini beklemiyordu ki faltaşı gibi açılımışlardı. Anna olduğu yerde nereye gideceğini bilemeden mutfağa doğru koşmuştu, Stephen oturduğu yerden kalkıp ensesini ovmuş ve aynı şekilde ne yapacağı konusunda kararsız kalmıştı. Bucky elindeki bardağı bırakıp kendisine doğru hareketlenmişti.
Tony, yaslandığı duvardan sadece bir an ona bakıp tekradan radyoya dönmüştü, farklı yaptığı tek şey sesi kısmaktı.
"Steve" Bucky ona üniformasını avucunda sıkarak sarılmıştı. Steve, omzunun sümük ve gözyaşı olduğuna emindi ama hala dik dik Tony'e bakıyordu.
Gözlerini çekebildiğinde, kendisini Bucky'den kurtarmaya çalışmıştı. "Evlenme cağındaki kızlar gibi sarılmayı keser misin? O- O benim viskim mi?"
"Yenisini getiririm"
"Yenisini getiremezsin ahmak! Özel üretimdi o!"
Bucky sırıtıp geri çekilmişti. "Nasıl geldin? Ne oldu da-"
"Bilmem. Hala viskimi düşünüyorum"
"Ciddiyim. Rumlow bu fırsatı nasıl kaçırır? Bir şey dedin, ne dedin?"
"Bilmiyorum Bucky. Bir şey demedim" gözleri yine kaymıştı Tony'e.
Bucky de istemsizce dönmüştü o tarafa. Tony radyoyu kapatıp sessizce salondan sıvıştı.
"Biliyorsun. Söylememeyi seçiyorsun"
"Bazen bu hakkımın olduğunu bilmek hoşuma gidiyor. Leş gibiyim, izin veriyorsan yıkanacağım şimdi"
Bucky iç çekip başıyla onayladı
"Viskimin kalanını da kaldır, ölsem bile gelip içeceğim onları"
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.