5

943 104 21
                                    

Uykusuzluk, Teğmen'i düşmandan daha kolay haklıyor gibiydi. Oldukça geç bir saatte başını yastığa koymuştu ve her ne kadar dönüp dursa da, havanın aydınlanmasına tanıklık etmişti. En son gördüğünde Stephen, bunun başka, belki de ömür boyu taşıyacağı hastalıklara neden olabileceğini söylemişti. Ama uyuyamıyordu işte, uyanıkken ayrı uyurken ayrı kabus görüyordu.

Sonrasında Münih'te konuştuğu adamı hatırladığında, uykusunu tamamen kaçırmayı başarmıştı. Bucky'nin onunla ve onun söylediği kişiyle iletişime geçmesi gerekiyordu. Bunu yaparken de ölmemeliydi elbette... Ama Münih'teki adamdan bahsetmek için erken sayılır... Bir diğer yandan, sabahın köründe Bucky'nin kulağına ilişen bağrışmalardan bahsetmenin tam sırası diyebiliriz.

Bucky'i sıcak yatağından bu bağrış çağrış sökmüştü, aldığı alkol yüzünden hala dengesiz olan adımlarını zorla balkon kapısına sürüdü. Aralık kapıdan dışarıya çıktığında, saate ya 6 ya 7 derdi ama bu düşüncede çok takılı kalmamıştı. Ellerini soğuk mermere koyup kenar kısmını parmaklarıyla kavradı, belki güvensiz hissediyordu belki de sinirlenmişti. Çok emin değildi doğrusu. Emin olduğu şey bugün haz etmeyeceği şeylerin olacağıydı.

Kampın ön tarafından, nöbetçilerin olduğu yerden geliyordu sesler. Adamın teki kafayı yemiş gibi SS askerlerine bağırıyordu ki sonucu yüzde yüz silah sesiyle bitecekti. Bucky homurdanıp odasına döndü ve dolabından yeni bir gömlek aldı, aşağı inip adamın ne derdi olduğunu öğrenecekti. Bir şey yapacağından değildi elbet, yapamazdı, daha doğrusu ne yapması gerektiğinden pek emin birisi sayılmazdı. Ama öylesine vakit geçirmiş olurdu...

Villanın merdivenlerini, altın sarısı düğmeleri iliklerken inmiş, Steve'in uyanmasından önce evden çıkmıştı. Parlak botları kumlu zeminde ilerlerken askerlerin adamı hala öldürmediğini fark etti. Onlar da bunu resmen kendilerini eğlendirmek için kullanıyordu, ancak ikisinden birinin gözü Bucky'i yakalayınca laubali davranışlarını kesip selam durmuştu.

"Bitmek bilmeyen tartışmanız yüzünden başım ağrıyor" oldukça ruhsuz çıkmıştı kelimeler teğmenin ağzından, yine de bu, askerlerin af dilenmesine engel olmamıştı. Bucky üçüncü adamın yüzüne bakma gereği hissetmemişti, ta ki elleri kendi boğazına sarılana kadar...

Yahudinin teğmeni boğmak üzere atılan elleri, iki askerin de aynı anda silahlarını çekmelerine neden olmuştu. Adam bunu umursuyor gibi değildi, ölecek bile olsa teğmeni de yanına götürmeyi amaçlıyor olmalıydı.

"Ağabeyim imha kampına giden trene götürüldü, senin siktiğim yardımlarına rağmen" adam buz kadar soğuk sesiyle tıslamıştı teğmene karşı. Bucky silahların kilidinin açılma sesini duyduğunda, bunu böyle yakından izlemek istemediğini fark etti. Ne yapabilirdi, herkes o kampa götürülüyordu, yapacağı en iyi şey bu adamı da onunla yollamaktı.

Nefesinin ciğerlerine yetmediği hissine kapılınca tepkisiz durmayı bırakıp adamı göğsünden güçlüce ittirdi. Bu şartlarda yaşayan birinin tek hamleyle yere düşmesi zor değildi, aslında Bucky, onun neredeyse kendisini boğacak olmasına bile şaşırmıştı. Bu adamla uğraşmamayı istiyordu şimdi, zaten iyi durumda olmayan omzu daha da kötü ağrımaya başlamıştı.

Bucky yakasını düzeltip adama baktı, nereden hatırlıyordu ki onu...

"Trenler daha iyi bir kampa gidiyor" klasik bir yalandı bu, aksi halde isyan bayrağını çekerdi tüm esirler. "Ne yazık ki sen değil"

Bucky onu bıraksa bile yanlarındaki iki asker yüzünden bu tegmenin askerlik kariyeri çok büyük bir hata olurdu. Kendine saldıran yahudiyi yaşatamazdı. Askere devam etmesi için eliyle işaret etti, tek yapabileceği affedilmek için tanrıya dua etmekti.

Memoirs of Holocaust | Stony AuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin