20

650 87 24
                                    

"Neredeydin? Saatin kaç olduğundan haberin var mı?" Stephen onun yağmur yüzünden sırılsıklam olmuş kıyafetlerine baktı. "Tony ölüp ölmediğini düşünerek delirmek zorunda mıyım ben?"

"Geldim işte" yüzüne düşen saçlarını geriye almıştı.

"Nereye gittin? Seni gördükleri yerde vuracaklar ve açıklama şansın bile olmayacak. Yeterince anlamlı geldi mi sana?"

"Sinirlenmiştim Stephen, yürüdüm sadece"

"Yürüyecek kadar özgür değiliz biz. Hele yüzbaşı tehlikedeyken hiç değiliz, anlayacak kadar beynin kalmıştır burada" Stephen onun kafasına vurarak pekiştirmişti cümleyi.

Tony onun elini itekleyip aşağı inmek için merdivenlere gidecekken hala uyuyamamış Bucky'e yakalanmıştı. Teğmen gözlerini onun üzerinde gezdirip merdivenlerin kenarına çekildi. "Yukarıda yıkan, hastalanacaksın"

Tony onun hala çıkarmadığı üniformasına baktı. Sanki her an gidebilecek gibi duruyordu. "Iyi geceler teğmen" adımlarını onun sözlerinin aksine, üst kata değil de alt kata yöneltmişti.

Bucky tekrar konuşmayıp salona girdi ve Steve'in vitrinindeki şişelerde göz gezdirip birini aldı. Steve muhtemelen el sürdüğü için bile onu öldürebilirdi, düşüncesiyle hafifçe gülümsedi teğmen.

"Stephen bana gözkulak olmana gerek yok" Bucky  kibarca söylemişti. "Bu benim mesleğim, başıma gelecek her türlü şeyi her gün düşünüyorum zaten. Git kardeşine bak..."

Stephen salonun kapısına bakıp Bucky'e geri dönmüştü. "Uzun bir süre iki kardeşe baktım, şimdi de iki tanesine bakmayı sorun etmem"

Bucky gülmüştü ama yüzündeki hüzün, gülüşünün parlamasına engel oldu. "Öyleyse engel olmayacağım"

Stephen başıyla onaylayıp onun yürüdüğü koltuğun karşısına yürüdü ve oturdu.

***
Natasha kapıda konuştuğu askerin kendisine yol göstermesine izin vererek peşinden adımladı. Sabahın oldukça erken bir saatiydi. Yüzüne düşen buklesini önünden çekip şapkasını düzelttiğinde, bir kapının önünde durmuşlardı.

"Bekleyin, haber vereceğim, genelde böyle ziyaretleri kabul etmez"

Natasha hoş bir gülümsemeyle başını salladı. "Lütfen adımın Natasha Romanoff olduğunu söyleyin, eminim albayın ayıracağı birkaç dakikası olacaktır"

Er, Natasha'yı süzüp şüpheyle bakmıştı. Natasha bozuntuya vermedi.

"Meraklanmayın, sandığınızın aksine nesillerdir Alman bir ailedenim... soyadımı açıklayacak vaktim yok, lütfen dediğimi ileterek haber verin"

Asker şüphesinden arınmamıştı ama kapıyı tıklayıp izin gelir gelmez içeri girdi.

Natasha'nın babası, yıllar önce Rusya'ya sızdırılan Alman askerlerindendi, soyadı bunun bir hatırası olarak kalmıştı üstünde. Gururlanarak taşıdığı bir isim değildi...

"Albay sizi bekliyor"

Natasha üzerini düzeltip açık kapıdan içeri girdi, girer girmez kapı arkasından kapatılmıştı. "Albay."

Yaşlı adamın sert yüzü, sanki bütün mimiklerden arındırılmış gibiydi, o yüzden gülümseme, yüzünde çok yabancı durmuştu. "Natasha, seni görmeyeli yıllar geçti. Şuna bak, nasıl da güzel büyümüşsün..."

"Siz hiç değişmemişsiniz, hala..." masadaki kağıtlara baktı. "işlere boğuyorsunuz kendinizi..."

"Nadiren. Nadiren. Genelde burada bile değilim"

"Öyleyse sizi bulabildiğim için şanslı olmalıyım" oturmak için izin isteyip, yavaşça koltuğa oturmuştu.

"Haber vermen bile yeter. Kızım sayılırsın"

Natasha adama gülümsedi. "Ben de sizi hep ailem gibi gördüm."

"Sana nasıl yardımcı olabilirim peki? En son Weimar'da olduğunu duydum, Berlin'e aceleyle geldiysen, önemli bir şey olmuş"

Natasha çantasını kenara bırakıp, ellerini masanın üstünde çekingence görülebilecek gibi birleştirdi. "Bir şey oldu, ama sizi rahatsız etmek konusunda çok çekimser kaldım"

"Eğer bir şey, birisi canını sıkıyorsa ben de aynı şekilde onu sıkacağım Natasha. Sen bana emanetsin, baban bu ülke için öldü senin"

Natasha küçük bir teşekkür mırıldanıp birkaç saniye durdu. Doğru kelimeleri arıyordu. "Ben Weimar'da yüzbaşı Rogers'ı ziyaret etmek istedim. Biliyorsunuz babalarımız arkadaştı, tanışma fırsatımız olmamıştı"

"Eğer benim oğlum yerine onunla evlenirsen üzülürüm güzel kızım"

Natasha onun şaka yapabilme kabiliyeti yüzünden gülmüştü. "Elbette... ama konu, oradaki bi askerin beni taciz etmesiydi." Albayın kasları aniden çatılmıştı ama Natasha devam etti. "Benim kim olduğumu bilmiyordu, beni taciz etti. Ben de bunu söylemekten çekindim, yanlışlıkla yüzbaşının yanında ağzımdan kaçtı"

"Cezasını verdi, değil mi?"

"Çekinip kimseye söylememesini istedim, söylememiş ama askeri vurdu. Korkarım ki sorgu sırasında da söylemedi, bunun için ceza alırsa kendimi affetmem"

"Elbette almamalı." Adamın yüzü ciddiydi. "Ama dediğin gibi söylemediyse yanlış anlaşıldığı kesin. Weimar'a bir mektup yollayacağım"

"Geç kalmaktan korkuyorum, dünden beri kendisine ulaşamadım"

Albay bir süre düşünüp çekmecesinden beyaz bir kağıt çıkardı. "Merak etme, bugün ilk ilgileneceğim şey bu olacak, acil olarak yollatacağım. Aksi halde, bu ordumuzun utancı olur"

"Yetişebilirseniz minnettar kalacağım"

Albay başını hafifçe sallamıştı, Natasha kısa bir sohbetten sonra binadan çıkıp geldiği arabanın arka koltuğuna oturdu. "Gidip Chris'e hallettiğimizi söyleyelim, sorun çıkmayacağına eminim"

Tom, şapkasının altından ona gülümsedi, "Zaten senden şüphelenmemiştim bile"

"Tony'e de haber verecektir, dün haber veren oymuş. Biz yine de acele edip Chris'e ulaşalım, Tony bizi tanımıyor, Chris'i dinler."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Memoirs of Holocaust | Stony AuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin