O günden sonraki gün, Bucky'nin Steve'e yalvarmalarıyla geçmişti. Steve işlerini son bir kez gözden geçirip listelerken bir dakika bile susmamıştı. Suçu üstüne almak istiyordu, onun altından kalkabilirdi ama Steve'in başına bir şey gelmesi... altından kalkabileceği bir şey değildi.
O askeri şoför olarak kullanmayı seçen kişi Steve'di, bunu gören şahitleri vardı. Bucky'i tek başına eve yollamıştı ve askerin silahının kendi üstünde göründüğünden de emin olmuştu. Bucky'nin üstüne suç almasını pek mümkün kılmıyordu bunlar. Zaten, onunla konuşmayı da reddetmişti. Konuştuğu tek konu, ayırdığı belgelerden hangilerinin Berlin'e gönderileceği ve kalanının kime teslim edileceği olmuştu.
"Steven..." Bucky neredeyse kağıtları buluşturacak kadar sıkmıştı. "Ne olur aklında bir şey olduğunu söyle"
"Bir de bu var" Steve mektup zarfını kağıt yığınının arasına koydu. "Ama bunu benden bir haber alana kadar kimsenin açmasını istemiyorum"
"Senin ölüm haberini mi? Dalga mı-" sinirden konuşamayıp yüzünü ovmuştu. "Daha fazla dayanamayacağım buna. Onlar buraya gelmeden ben-"
"Git uyu Bucky"
"Kesinlikle dalga geçiyorsun, sikeyim Steve, bıraksaydın şikayet etseydi beni!"
Bu gecenin sonraki günüyse, Steve kamptan dönmemişti. Bucky tekrardan saate ve sonra yola bakmıştı verandadan. Ama döneceğini hiç sanmıyordu.
"Bunu nasıl yaptım Stephen, onu tehlikeye atmayacağıma söz vermiştim" Bucky ellerini yüzüne kapattı. "O askeri öldürdüğü için asla bırakmazlar onu"
Stephen açılmamış şişenin kağıdını söküp kapağını açtı ve onun bardağına doldurdu. "O kadar kolay gözden çıkarılabilir biri mi? Rütbeli, eminim aklında da bir şey vardır"
"Yoktu. O saçma hareketi yapmamış olsaydım... beni dinlemiş olsaydı... tanrım."
Tony varandanın diğer ucundan ikisine bakıp kaşlarını çattı. "Şimdi ne halt yapmayı düşünüyorsun peki? Aklında bir şey vardır umarım"
Stephen, onun çıkışına o kadar şaşırmıştı ki az daha şişeyi düşürüyordu. Tony'nin keyifle bir şeyler içme vakti olur sanmıştı bu anı.
"Burada oturman pek bir şeyi çözmeyecek."
Bucky kızarmış burnunu elinin tersiyle sildi. "Benim engel olabileceğim bir şey olsa burada oturmazdım Tony. Burnumu sokarsam çok daha fazla kişi tehlikeye-"
"Tehlikeye girecek kişiler ondan önemli mi?"
"Sen varsın, ağabeyin, Anna, Chris..." Bucky konuştukça başı daha çok ağrıyordu.
"Ben Stephen'a bir şey olsa seni kurtların önüne atmayı umursamazdım. Ayrıca Chris denen adam, eğer yüzbaşı hain ilan edilirse zaten çok seçeneği olan birisi değil."
"Tony böyle konuşma. Yeri değil." Stephen uyardı ama Tony başını iki yana sallamıştı.
"Hiçbir zaman sonuca çıkan tek yol yoktur Steph, burada oturması aptallık. Tanrısı yukarıdan onu duyuyor mu duymuyor mu yüzbaşının cenazesi gelince öğrenmek üzücü olacak"
Bucky konuşamıyordu bile. Stephen kardeşini sarstı. "Sessiz ol."
"Her şeyi tanrı çözmez Stephen. Öyle olsa hastaları sadece dua ederek kurtarırdın. Rahipler, kohenler mesleğini yerlerdi. Gerçekten ikinize de inanmakta güçlük çekiyorum" Kendini ağabeyinin elinden kurtarıp verandadan indi ve yola yürüdü.
"Nereye gidiyorsun!? Başına bir şey gelecek! Tony!"
***
"Bu konuşmayı istediğin kadar uzatabilirim Steven" binbaşı sandalyeyi onun tam karşısına koyup oturmuştu. "Ama temennim en kısa sürede kurtulmak"
Steve'in saatin kaç olduğunu anlayabileceği bir yer yoktu ama saydığı dakikaları düşünürse gerçekten geç bir vakit olmalıydı. Ağzını açmadı, dudağının kenarı sızlıyordu.
"Çok konuşkan sayılamazdın zaten, yine de birkaç kelime alabilirim diye ummuştum."
Steve bağlı ellerini yumruk yapıp gevşetti, bilekleri ağrımaya başlamıştı.
"Seni infaz etmeme izin vermezler... oldukça üzücü. Ama en iyi ceza taburuna gittiğine emin olacağım yüzbaşı. Sıcak savaşın ortasında olduğumuza göre sen de cepheye sürülürsün. Eline belki birkac mermi verirler ama bu günlerde oldukça tutumluyuz"
Binbaşı kollarını kıvırmıştı. "Yine de seni kendim öldürmek isterdim. Belki senin için bir ayrıcalık yapıp, düşman önüne silahsız koşmana neden olabilirim. Bunu izlemek için çok para öderdim"
Steve bundan emindi. Ilk günden beri ikisi birbirlerini sevmezlerdi. Ilk kozu Steve'in değil de onun bulmuş olması büyük talihsizlikti.
Diğer yandan, Steve belki ceza taburunda üç gün dayanırdı. Daha fazlasına mantık çerçevesinde ihtimal vermiyordu. Buralar, yahudi kamplarından çok farksız değildi. Eğer orduya gönderilmezse kurallara uyarak paçayı sıyırma ihtimali vardı. Ama binbaşının dediği gibi, bu hareketlilikte muhtemelen cepheye gönderilen cezalılar arasında olacaktı. Sınırlı cephaneyle gerçekten kendisine çok şans tanımıyordu. Bir de tam iyileşmemişti elbet.
"Güzel yüzünü bu kadar pataklamaları seni üzdü mü? Albay bile kızına seni uygun görüyordu, ona bu üzücü haberi bizzat vereyim... yani yüzünü hırpaladıklarını. Diğer yandan bir hainin çukura atılmasını sevecektir"
"Cehennemde sürün Rumlow."
Binbaşı kahkaha atarak yürümüştü üstüne. "Orada beraber yürüyeceğiz Steven, sen kaybeden taraf olacaksın, babanın aksine."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memoirs of Holocaust | Stony Au
FanfictionBaşlangıçta Tony, yıllardır davasını gururla yücelten bu Nazi askerine pek tehlikeli gözükmemişti. Oysa, bütün evi içten içe tüketip yıkılmasına yol açan tahtakuruları da oldukça zararsız görünürler. Anlıyorsunuz ya?