Steve, ruhsal olarak çökmenin çok ucundaydı. Iki hafta olmuştu, Bucky sadece iş için kendisine danışıyordu. Eve geç gelip erken çıkıyordu ve Steve hala iyileşememenin etkisiyle evde vakit tüketiyordu. Genelde günlerinin meşgul kısmı, kampta ve fabrikada tutulan raporları denetlemek üzerinden geçerken, oldukça izole olduğunu fark etti. Iletişim kuracağı bir asker yoktu ve... Bucky tarafından terk edilmiş hissediyordu.
Askerliği son bulduğunda, sahip olacağı tek hayatın bu olacağı gerçeğini fark etmişti bu iki haftada.
Birbirinin aynı bir diğer sabaha, rutininden biraz daha erken uyanmıştı. Üstünü seçerken fazla özenmiyordu artık. Üstüne eline geçen şeyi giymiş ve balkonunun kapısını açmıştı. Küçük sandalyenin üstünde, iki haftanın öncesinden koyduğu kumaş duruyordu. Bu sıralar kendisine oldukça bağlıydı, çıkmakta olan sakallarını kaşıyıp dikkatlice avucuna aldı.
O kadar erken saatte uyanan diğer kişi Stephen'dı. Genelde kardeşi erken kalkma konusunda imzası olan kişiydi ama, en azından Stephen'ın fark ettiğine göre, artık bu olayları o da kaldıramıyordu. En son üç gün önce, Tony ve on yedi yaşındaki genç çocuk yüzbaşının arabasını gözden geçiriyordu. Çocuğun bahçedeki herhangi bir er tarafından vurulma nedeni yoktu, ama Tony bütün gün boyunca yüzüne sıçramış kanı temizlemek için banyoya kapanmıştı.
Stephen o yüzden gününün çoğunu yatakta geçirmesini dert etmiyordu, yüzbaşı ve teğmen etmediği sürece. En azından atın yelesini sevip sağlığını kontrol ederken bunu düşünüyordu ancak sonra gözleri evden çıkan yüzbaşına yöneldi. Sarışın adam artık pek değnek kullanmıyor, sekmeyi ya da ayağının üstüne basmayı tercih ediyordu. Stephen onu azarlamamak için kendini epey güç tuttu.
Steve, havanın bu kadar serin olduğunu, evden nadiren çıktığı için fark etmemiş olacaktı ki rüzgarla ürperdi. Bahçeye yürürken dişleri birbirine çarpmasın diye çenesini sıkmak zorunda kalmıştı. Zayıf düştüğünü hissetti çünkü görevdeyken... hiç üşümezdi.
Dizini kırıp sol elini toprağa koyduktan sonra güç bela yere oturmuş ve bombeli olan yeri parmaklarıyla kazmaya başlamıştı. Diğer eline sıkıştırdığı kumaşı açarak filizlenmiş tohumları boşluğa bıraktı ve üstünü kapatıp oyalanmadan yerinden kalktı. Soğuğa tahammül edemiyordu.
***
"Hala konuşmuyor musunuz?" Natasha çayını yudumlarken ona gülümsedi.
"Hayır... galiba gerçekten birlikte iyi değiliz"
"Bu... tamamen senin düşünmen gereken bir şey... ama her türlü arkanda duracağım- ah geldi işte"
Natasha ayağa kalkarken Bucky başını çevirip sürekli iletişimde olduğu adamı ilk kez gördü.
Howard, Natasha'ya sarılıp Bucky'nin elini sıkmıştı. "Howard Stark... ama bu günlerde Marc Andrew olarak biliyorlar..."
"Başarabileceğini düşünmemiştim" Bucky itiraf edip adamın masaya oturmasını izledi. "Kimse şüphelenmedi mi?"
Howard başını iki yana salladı. "Referanslarım oldukça iyiydi, sorgulanmadım bile. Doğma büyüme bir alman gibiyim. Ama iş konuşalım, vaktimiz oldukça dar..."
Natasha, Bucky'nin yüzünden gözlerini yavaşça çekip Howard'a dönmüştü. Howard böylece yapacaklarını anlatmaya başladı, Bucky'nin bile aklına gelmeyecek kadar detaylı işlemişti ki Bucky, sık sık onu durdurup soru sormak zorunda kalıyordu.
"Yani teğmen, şimdiki asıl işimiz Hemsworth'un üzerindeki bu suçlamayı kaldırmak. Yüzbaşının imzasıyla yollamanız gerek, suçlamalar onun adıyla olduğu için"
Bucky dirseklerini masaya koydu ve parmaklarini birbirine kenetledi. Kafasına yatmayan şeyler vardı elbet. "Steve'i bu işe sokarsam çok dikkat çekecek. Steve asla böyle bir suçlamayı geri çekmez."
"Biz yine de bir dilekçe yollamayı deneyebiliriz. Onun mührüyle. Eğer birisi şüphelenirse..." Natasha ikisine bakıp fazlasıyla çekinerek söyledi. "Öne atacak birini bulacağım"
"Bu-" Bucky kaşlarını çattı ama devam etmedi. "Peki ya oğulların?"
Howard birden gerilmiş ve dikleşerek oturmuştu. "Kim?"
"Tony ve Stephen."
Howard kaşlarını çatarak teğmeni anlamaya çalışıyordu.
"Yüzbaşının evinde kalıyorlar. Biz birini bulamadan onları öldürebilirler. Yeterince şüphe çeker çünkü. Bu riskli olur"
Howard bembeyazdı. "Bana bunu hiç söylemedin. Onlardan hiç bahsetmedin teğmen. Nasıl bunu-" Howard, artık planını kusursuz bulmuyordu. Yüzünü ovup oturduğu yerden kalktı. "Benden bahsetme. Konuştuğumuz gibi yapacağız, bir şey değişmeyecek"
"Onları göndermeyi deneyebilirim" Bucky ona baktığında, iç içe bir çok duygu görmüştü, belki de çocuklarının yaşadığını bile bilmiyordu.
"Gönderme. Ölümün bile iyi ve kötü yolları var. Ben... ben düşünmeliyim"
***
"Gördün mü?" Tony eve girerken gülümsüyordu.Stephen sessiz olması için eliyle işaret verip iç çekti. Salonun kapısında duruyorlardı ve Stephen, yüzbaşını mümkünse sakin muhafaza etme niyetindeydi. "Gülümsediğinde göre ya savaş bitti ya güzel bir içki buldun"
Steve gazetesini kapatıp masaya bırakınca Stephen, belki daha da sessiz olması gerektiğini düşündü. Yüzbaşı şimdi kendilerine bakıyordu ama Tony'nin arkası ona dönüktü. Stephen başka yerde konuşmak adına uzaklaşmayı denedi ama Tony onu tutmuştu.
"Filizlenmişler. Gerçekten hiç ümidim yoktu. Tohumlar, ekmiştik"
Stephen konuşmak için ağzını açmıştı ama Tony susmamayi seçmiş gibiydi. "Burada yaşayabileceğine inanmıyordum..."
Stephen'ın gözü Tony'den, yüzbaşına kaymıştı. Şimdi elinde raporlardan birini tutuyordu. Komik olduğunu sanmıyordu Stephen ama yüzbaşının bu şekilde gülümsemesine anlam yüklemekte güçlük çekti.
"Haklısın, burada beklenmedik şeyler çok oluyor"
Tony onun omzuna vurup sırıtarak merdivenlere yürürken, ağabeyi hala yüzbaşına bakıyordu. Steve sanki bunu hissetmiş gibi başını ona çevirdi.
"Ilaclarınızı getireceğim. Lütfen bir daha ayağınızın üstüne basmayın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memoirs of Holocaust | Stony Au
FanficBaşlangıçta Tony, yıllardır davasını gururla yücelten bu Nazi askerine pek tehlikeli gözükmemişti. Oysa, bütün evi içten içe tüketip yıkılmasına yol açan tahtakuruları da oldukça zararsız görünürler. Anlıyorsunuz ya?