Bu hikayeyi okuyan kaldı mı bilmiyorum, var mı?
Tony'nin dikkati elindeki tabancaya kaymıştı. Parmağı namluyu ovalarken birden işlerini hatırladı ve elindekini tezgaha koyup onun önüne sürükledi.
Steve onun bir salaklık yapacağını düşünüyordu.
Ama Tony sadece önündeki telgraf makinesine geri döndü ve bobine uzandı. Steve, bunun üzerine silahını alıp, yerine yerleştirmişti. Tanrı biliyor ya, bir salaklık yapmasını ne çok istemişti.
Tuhaf... çünkü yahudileri öldürmek için neden aramasına gerek yoktu. Oysa şu anda kendisine neden arıyordu. Tezgahın üzerindeki elinin parmaklarıyla ritim tutup sonrasında geriye doğru adımlamış ve arkasını dönmüştü.
Tony tam o anda başını işinden kaldırıp göz ucuyla ona baktı, başka zaman baksa ölürdü çünkü. Mecaz da yapmıyordu, fizyolojik olarak ölürdü.
Steve aniden arkasını dönünce Tony işine dönecek zamanı bulamamıştı. Sarışın adam, silahını geri çıkarıp Tony'nin tam yanındaki duvara sıkınca, Tony afallayarak ona baktı. Neredeyse küfrediyordu. Askerin yüzü de allak bullak bir ifadeye bürünmüştü.
Sonrasında sadistçe gülümsemekten geri durmadı. Bu sefer Tony, başını kaldırmadan önce ruh hastası herifin çıkıp gittiğine emin olmuştu.
***
Natasha şarabını içerken Bucky sessizce onun zarif hareketlerini takip ediyordu. Bunun sapıkça olduğunu fark edene kadar, genç kadının kendisi hakkında pek bilgi vermeyen hareketlerini izlemeyi sürdürmüştü.Kişilik analizini genelde bu şekilde yapardı ancak... bu kadın tam bir gizemdi.
"Yüzbaşı... bana babamı fazlasıyla hatırlatıyor. O da ideallerine pek önem verirdi"
"Insanların inandığı şeyleri savunması..." Bucky doğru kelimeyi arıyordu. "imrenilecek bir şey"
"Bu inançtan çok, yıpranmış bir iple kendini dağdan aşağı bırakmaya benziyor. Idealleri yönetime ters düşünce idam edildi. Rusya'da."
Bucky kadehine eğilip hafifçe gülümsedi. "Bir askerle bu şekilde konuşmamalısın"
"Uyarır gibi söylemiyorsun... ses tonun alaycı" Natasha haylazca parmaklarını onun eline sürttü. "Sanırım bu yüzden trende ilgimi çektin"
Bucky elini çekip ayağa kalktı. Deminki alaycı hali, pek eğlenceli görünmüyordu şimdi. "Seni kim gönderdi?"
"Fazla şüpheci olmadı mı bu? Az önce aksini sevdiğimi söylemiştim" Natasha kadehinin dibindeki şarabı içip dudaklarını ıslattı.
"Beni kime bildiriyorsun?" Bucky, yarım dolu kadehini masaya bırakıp başını yana eğdi.
"Başını derde sokacak kimseye değil, dedim ya, ilgimi çektin." Şişeye uzanıp kendisine biraz daha doldurmayı düşünmüştü. Sonra huzursuzca gülümseyip bunun doğru olmayacağını düşünerek Bucky'nin yarım bardağını tamladı ve çantasını alarak ayağa kalktı. "Tekrar görüşeceğimizi bildiğim için bunu sadece bir başlangıç olarak sayacağım. Şarap harikaydı, teşekkür ederim"
Bucky hiçbir sorusuna cevap alamadığı için sersemlemiş halde ağzını açtı. Natasha, onun ağzını konuşmak için kullanmadığından emin olmak için, teğmenin şarapla ıslanmış dudaklarını öpmekten çekinmedi. Oldukça kısa bir öpücüktü oysa, ama teğmen rujunun tadını alabilmişti.
***
Steve eve geldiğinde, etrafı net göremeyecek kadar yorgundu. Fabrikadan sonra garda, kamp nakillerini yoklamak zorunda kalmıştı. Sonra tekrar fabrikaya dönüp mühendisi izlemişti. Daha sonra ise bu yaptığı yüzünden kendine küfredip şehirdeki gazinoya gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Memoirs of Holocaust | Stony Au
FanfictionBaşlangıçta Tony, yıllardır davasını gururla yücelten bu Nazi askerine pek tehlikeli gözükmemişti. Oysa, bütün evi içten içe tüketip yıkılmasına yol açan tahtakuruları da oldukça zararsız görünürler. Anlıyorsunuz ya?