4

884 111 43
                                    

Sıkmış olabilirim, bu bölümden sonra ilişkileri ön plana çıkaracağım, kendinize iyi bakın😘☺

İster inanın ister inanmayın, hepimiz içinde bulunduğumuz kültürün çocuklarıyız. Bu her zaman milli kültürümüz olmak zorunda da değildir; ailemizin, arkadaşlarımızın hatta komşularımızın bize sağladığı bir kültürel birikim vardır. Öyle ki bazı araştırmalar bunun genlerle bile aktarılabildiğini söylerler. Yüzbaşı Steve Rogers'ın durumu da buna kanıt olabilecek bir örnek teşkil ediyordu.

Steve'in annesi koyu bir katolikti, babası Birinci Dünya Savaşı'nın geride bıraktığı yıkım içinde ailesine kol kanat germişti. Alman milliyetçiliğinin en alevli dönemiydi belki de, yenilgi kimse tarafından kolay kabul edilememişti, Versay Antlaşması'nın getirdiği zorluklar bütün bunlara tuz biber oluyordu. Steve bu yenik düşüncenin tam merkezinde büyümüş Katolik bir Almandı.

Birinci Dünya Savaşı başladığında Steve ve Bucky 12 yaşlarındaydı. Aynı mahallede büyüyüp, aynı okul yollarını yıllarca yürümüşlerdi. Arkadaşının babası, savaşın ikinci yılında Verdun Muhaberesi'nde önce esir düşmüş, sonrasında, gelen haberlerden duyduklarına göre öldürülmüştü. Elbette kabul edilmesi zor bir durumdu ama belki de daha zoru, annesinin Bucky'i Steve'in ailesine emanet edip Almanya'yı terk etmesiydi. Savaş sonrasında ikisinin arkadaştan çok kardeş duygularına sahip olması bundandı. Steve bazen Bucky'i bu yola kendi elleriyle çektiğini düşünüyordu, kafasına milliyetçilik tohumlarını kendi elleriyle ekmişti. Pişman değildi, Bucky yöneltilmesi gereken düşüncelere sahipti. Bu kadar iyi bir asker olması tesadüf olamazdı.

Yine de Weimar'a yollanmasının üzerinden dört ay geçmişti, daha yararlı olabileceği o kadar yer varken gerçekten Weimar'da bir kampın başında mı durmak zorundaydı?

Duygularını göz ardı etmede kusursuz başarı gösterdiğini biliyordu. Öyle ki Steve, kadınların yanında erkeklere olan ilgisini mezara götürmeye kararlıydı. Yok saymaya ve bundan utanmaya da... Elinde olmadan böylesine ideallerine ters şeyler hissetmekten utanıyordu, evet. Ancak kimse bilmediği sürece bu bir sorun olmayacaktı, Steve Alman bir kadınla evlenip, Almanlığın gururunu taşıyan çocuklar yetiştirdiği gün kim bundan şüphelenebilirdi ki?

"Yüz ifadende hazımsızlık çektiğine dair izler var yüzbaşı" Bucky yemek odasının önünden geçerken ona takılmadan edememişti. "Ağır yemekler yemeyi bırakmalısın"

Steve düşüncelerinden sıyrılıp tek başına oturduğu odada gözlerini gezdirirken, kapının yakınında duran Bucky'i fark edebilmişti.

"Askerlerin iyi beslenmesi gerek, sen neden gelmiyorsun?" önünde açık olan defteri kapatıp kenara iteledi. "Hindi istedim"

Yüzünü buruşturarak kapının kirişine dayamıştı sağlam omzunu Bucky. "Hindiler hakkında ne düşünüyorum biliyor musun?"

Sarışın, çocukluklarından kalma kelimeleri zihninin ücra köşelerinden bulup, Amerikan tavuğu" diye tahminde bulundu başını dikleştirip gülerken.

"Amerikan tavuğu..." Bucky onaylar gibi mırıldandı, biraz oturup arkadaşıyla sohbet etmek istemişti ancak içeri giren asker yüzünden kapıya yaslanmayı kesip konuşma planını sonraya saklamata karar kıldı. Koluna aldığı yeşil ceketi üstüne geçirmişti.

Steve yemeğini yarıda bırakıp askerin uzattığı listeyi aldı  ve üstünkörü bir şekilde göz gezdirmekten öteye gitmedi. Kulağı bir yandan askerdeydi.

"Münih'teki kampa gitmeyecek Yahudilerin isimleri bunlar. Eksik olmadığı onaylamanızı arz ettiler. Burada işlerin aksamasının önüne geçmek istiyoruz"

Memoirs of Holocaust | Stony AuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin