Bölüm 6

2.1K 330 22
                                    


İYİ OKUMALAR ARKADAŞLAR... YENİ BÖLÜMLER SİZLERİN YORUM VE BEĞENİ SAYILARINIZA GÖRE GELİYOR... LÜTFEN YORUM VE BEĞENİLERİNİZİ ESİRGEMEYİN... BOL KEYİFLER...


Karanlık bir anda üzerlerine çöktü. Elflerin gitmesinden yalnızca bir saat sonra gökyüzü tamamen karanlığa dönüştü. Bunun imkânı yoktu. Henüz birkaç dakika öncesinde her yer güllük gülistanlıktı.

Juvia kocaman açılmış gözlerle karanlığa baktı. Adanın yanan kısmı bile aydınlatamıyordu hiçbir yeri. Ayağa kalkarak yavaşça alevlerin içinde yürüdü üzerindeki elbise bir anda kırmızı rengini aldı. Elindeki mızrağı havaya kaldırarak bir ateş topu yolladı ancak ateş gökyüzüne varmadan söndü.

Her şey sallanmaya başladı. Deprem o kadar güçlüydü ki buzla kaplı dağlar çatlamaya başladı. Alevler daha da şiddetlendi. Bütün ada sonunda karanlığa gömüldü.

Hiçbir şey göremiyordu Juvia. Ne alevleri ne de tipiyi. Hiçbir şey hissedemiyordu. Tamamen bir boşluğun içine düşmüş gibiydi. Kulakları duymuyordu. Teni hissetmiyordu. Hiçbir koku almıyordu.

"Zavallı küçük kız"

Etrafında yankılanan sese karşılık saldırı pozisyonu aldı ve mızrağını kaldırdı. "Kimsin sen?" diye bağırdı. "Çık ortaya"

Bir kahkaha yankılandı. "Melekler ve şeytanlar arasında sıkışıp kalmış minik bir periden başka bir şey değilsin bunu biliyorsun değil mi?" Kadının sesi arkasından kulağına fısıldadı. "Seni değersiz mahlûkat"

Juvia hızla mızrağını arkasına savurdu. Ancak hiçbir şey yoktu. Neler olup bittiğini anlamıyordu. Korkuyordu sadece. "Juvia zayıf değil" diye bağırdı. Zayıf değildi. Olamazdı. Böyle bir lüksü yoktu. Halkının hayatı ona bağlıydı.

Işık hemen onun önünde parladı. Bir anda tekrar adadaydı. Ancak tuhaf bir şekilde alacakaranlık zamanındaymış gibi görünüyordu. Renkler son derece parlak ve sıcaktı. Genç kadın gözlerini kırpıştırarak duruldu. Gözlerinin önündeki ada yanmıyor ya da donmuyordu.

Her yer yemyeşildi ve halkı neşeli görünüyordu. Bir avuçtan çok daha fazlaydılar. Üstelik mutlu görünüyorlardı. Gülüyorlardı. Bir zamanlar kraliçeye ait olan şato dağların tepesinde duruyordu. Pazarlar ve evler vardı.

Ağaçlar adaya ve üzerindekilere güç veriyordu. İçlerinde hapis kalanların güçlerini yayıyorlardı ve halk sanki bu çok normal bir şeymiş gibi bunu göz ardı ediyordu.

Juvia bunları daha önce görmemişti. Yavaşça yürümeye başladı. Kimse onu görmüyor gibiydi. Çok eski bir filmin içindeymiş gibiydi. Çocuklar neşeyle koşarak yanından geçip gittiler. Genç kadın, bu halktan kimseyi tanımadığını fark etti.

"Ah, ne kadar da güzel" dedi kadının sesi alaycı bir üzüntüyle. "Her şeyin bir anda olduğunu düşünsene. Melekler ve şeytanlar bu güzel günde birden beliriyor ve her şeyi yok ediyorlar" tekrar kadının arkasından kulağına yaklaştı. "Ve herkesi"

Manzara birden değişti. Juvia kocaman açılmış gözlerle etrafına bakındı. Bir yanda donmuş ve diğer yanda için için yanan adaya baktı. Her yerde cesetler ve acıyla kaçışmaya çalışan periler vardı.

Bunların hepsi onun doğumundan önce olmuştu. Ne adanın eski halini ne de savaşı biliyordu. Tek bildiği aciz durumda kaldıklarıydı. Hiçbir şey yapamamışlardı. Anneleri son gücüyle Lilian ve onu doğurmak için uğraşmıştı ve sonra da ölmüştü.

YEDİ ÖLÜMCÜL GÜNAH 3- YALANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin