Kurtulmuşlukla kurtulamamışlık arasında kaldığım o saatler ve saatin etrafıma topladığı hüzünle yazıyorum zamana. Nefretimin ilmek ilmek saçlarıma düştüğü, saçlarımdan alnıma çarptığı usuleten bir kavga bu. Hissettiğim yalnızca korku belki de bilemedim ne hissettiğimi.
Sorgu sualleri yırtıp attığım kağıtları çöp kutuları biriktirdi. Onlar bilir aslında ne kadar karmaşık olduğunu hayatın ve ne kadar sade düşündüğünü insanın. Bir kasnak ortasında biz yalnızlığımızı ilikliyoruz ortaya bir şaheser çıkmıyor elbet. Çıplak ayaklar, serpilmiş vaatler, seyrelmiş göz yaşları... Bu döngü çok garip değil mi?
Bir dolabın içine sıkışmış kasnak yığınları ve hepsinde benzer çizimler. Zamanla değiştiğin sırada yok olmaya yüz tutan eşyalar belki de daha fazlası. Kavgayı kazanıp gitsen el memleketine, ne fayda eder kendini bulamadıktan sonra. Belki kaybetmek kazanmaktan daha çok şey kazandırır insana.
Sürekli bir yolculuktayız ama ne yolculuk sanki hiç bitmeyecek. Çöp kutularına anılar bıraka bıraka ilerliyoruz. Sırt çantamızda iğne iplik, gördüğümüz her dolaba bir kasnak sıkıştırıyoruz. Sabahlıyoruz, geceliyoruz sürekli zamanla vakit geçiriyoruz. Gökyüzünün her anına şahit oluyoruz. Fakat kendimizi bulamıyoruz?
Ne yapmalı daha, daha kaç kasnak eskitmeli kaç iğne batmalı elimize. Öğreniyoruz çizimlerimiz değiştikçe. Yakıp yıkmalı dolapları belki de sadece sahip çıkmalı. İçindekiler sensin, sen içindekilersin, içindekiler kadarsın.
Yürüyelim bakalım, sağ elimize urganı sol elimize tabureyi almadan. Umarım bu yolda bir ağaç çıkmaz karşımıza. Her çöp kutusuna bir anı, her dolaba bir kasnak sığdırarak pes etmeden öylece. Kendimizi bulana dek...
Güzel geceler