Chapter 25

595 51 17
                                    


Geçen belki de geçmeyen üç ayın sonunda, kollarımın arasındaki bedenin verdiği mutlulukla uyandım. Gecelerce gördüğüm kabuslarım tek bir günde dindi. Uyumanın ne demek olduğunu, yeni yeni anlıyordum. Jeongguk'un kollarında... 

Yatağımız, hatta odamız en son benim bıraktığım gibiydi. Kıyafetlerim aynı yerinde, odanın düzeni tek bir eşya bile eksilmeden sabitti. Jeongguk gittiğim günden beri tek bir eşyaya dokunmamış. Bir gün geleceğime kendini öyle bir inanmış, bana öyle bir güvenmiş ki geldiğim zaman her şeyi aynı yerinde göreyim diye dokunmamış bile. Anlattığına göre çoğu zaman odaya bile girmemiş, kokum gider diye korkmuş. Oysaki o bilmeden kaç gece onu kokladım ben. Jeongguk'u severken bencildim galiba. Benim kokum ondan gitti diye saatlerce ağlarken, ben akşamı hiç bir şeyden haberim olmadan gelip onu koklamıştım. Tabii ki bunları ona söylemedim. Muhtemelen tek yalanım da buydu ona karşı. 

Onsuz uyuduğum her an yattığım her yerin altında sanki dikenler varmışcasına canım acımıştı. Sürekli kıpırdandım, çoğu zaman yatmadım bile. Asıl canımı yakan şeyin aslında onsuzluk olduğunu anladığım an, acım daha da katlanarak artmıştı. Bir dönem nefes alamadığımı hissettim. Mecazen değildi, ciddi anlamda nefesim kesilmişti. Kaç kez tanrıya yalvardım onu bile sayamadım. Onu görmeyeceksem, bu dünyada olmamın anlamı olmadığını kaç gece ağlayarak dile getirmiştim. Kaç saat ondan ayrı kaldığımı saymıştım. Her saat başı özlemim daha da artarken, acımda özlemimle eş değerde artıyordu. Kaç kez gördüğüm zaman bir anda belirmek isterken, Jin veya Namjoon tuttu sayamamıştım. Bütün bunlara rağmen yine kollarımın arasındaydı. Beyaz tenine güneş ışıkları değdiği anda, güneş mutlu oluyordu böylesine güzel tende parladığı için. 

...

Dün gece uzun bir süre, o arabanın yanında birbirimize sarılarak durmuştuk öylece. Ne kadar ağladık, kaç kez öptüm o hasret kaldığım teninin her bir milimini bilmiyordum ama yağan yağmurla eve gelmemiz gerektiğini düşünmüştüm. Eve geldiğim zaman tabii ki sıcak bir karşılama beklemiyordum. Jeongguk kadar olmasa bile, Jimin de çok kötü durumdaydı. Gerçekten gelip gelmediğimi test etmek için, önce suratıma sertçe yumruk atmış ardından sarılarak ağlamıştı. Suga hepsinin aksine soğuktu, kısa bir süre gözleri dolmuş "Aptal! Senden nefret ediyorum!" Diyerek sarılmıştı. Nefret ediyorum diyordu, böyle olmadığını en iyi o biliyordu oysaki. Şimdiyse gerçekten ait olduğum yerdeydim işte. Gerçek ailemin yanında. 

Jeongguk, güneşten rahatsız olup hafifçe mırıldanmıştı. Huzurluydu. Nefes alışları normaldi. Belime sımsıkı doladığı kolları gece boyunca yerinden oynamamıştı. Her an tekrar giderim diye korkuyordu. Gitmeyeceğimi belki defalarca dile getirmeme rağmen, kollarını çekmemişti belimden. Onu uyandırmamak için belimdeki kollarını hafifçe gevşetmiş ve banyoya doğru adımlamıştım. Elimi yüzümü kendime gelmek için soğuk suyla yıkamış hızlıca çıkmıştım banyodan. Hala uyuduğunu görünce yalnızca gülümsedim. Tekrardan yanına yatmayı düşündüğüm anda, aşağıdan gelen sesleri duydum. Jimin ile Suga'nın olduğunu anlamam zor değildi. Muhtemelen kahvaltı hazırlıyorlardı, masanın üzerine bırakılan tabak seslerini duyuyordum. Jeongguk'u rahatsız etmeden odadan çıkıp, yanlarına doğru adımlamaya başladım. Sahiden de öyleydi. Birlikte kahvaltı hazırlıyordu. Suga sürekli; "Bir kere bana böyle kahvaltı hazırlamadın. Taehyung geldi ya yaparsın tabii." Diyordu. Beni mi kıskanıyordu bu şeytan? Kaşlarımı yalancı bir tavırla çatarak, Jimin'i kolumun altına çektim. 

"Beni mi kıskanıyorsun Lucifer?" Dedim, yalancı bir tavırla dişlerimi sıkarak. 

"Sen kimsin ki seni kıskanayım?" Dedi, Suga burnundan nefes verirken. "Ölüm meleği."  Diyerek ekledi. Tam bir cevap vermek için dudaklarımı araladığım anda, Jimin benden hızlı davranmıştı; 

World Of Gods | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin