Brandon'ı içeri davet ettim. İkimizde birbirimizi gördüğümüze şaşırmıştık. Aniden kapı çalınca hazırlıksız yakalanmıştım üzerimde pijamalarım vardı. Brandon'a salonda oturmasını söyleyerek yukarı çıktım ve hemen üzerimi değiştirdim. Brad'le taşındığım için kopmuştuk evet ama asıl sebep bu değildi bunu ikimizde biliyorduk. Doğduğumuzda beri arkadaştık. Kardeş gibiydik fakat lisenin son günü gittiğimiz o partide Brandon beni öpmüştü. Ve bana seni seviyorum demişti. Bense kaçmıştım. Böyle olmasını istemediğim için onu kaybetmek istemediğim için kaçmıştım. O günden sonra doğum günlerimizde mesajlaşmıştık fakat yüz yüze hiç görüşmemiştik. Bu düşüncelerimle birlikte salona indim. Yanına oturdum ağzımdan çıkan ilk soru " Seni buraya hangi rüzgar attı?" Oldu . Sesim biraz sorgulayıcı ve sert çıkmış olacak ki bana şaşkınca baktı. Sonra anlatmaya başladı. "Seni çok özledim. Arkadaşlığımızı, yeni hayatını merak ettim seni görmek istedim o yüzden geldim. Biraz zaman geçirmek fena olmaz diye düşündüm." Sonra mahçup bir ifadeyle bana baktı. " Çok iyi yaptın çünkü bende seni çok özledim. Şu aralar sana çok ihtiyacım var. Nereden başlasam bilemiyorum fakat hayatım çok karışık.." Bunları söyledikten sonra gözlerim dolmuştu. Gerçektende yorulmuştum. Hemen yanıma yaklaşıp kolunu bana doladı. Teninin sıcaklığı güzel hissettirdi. Güvende ve sıcak uzun zamandır olmadığım gibi. Brandon'a bütün olanları anlattım baştan sona. Luke,Sophie hepsini. Rahatlamış hissettim. Sonra Brad gözlerimin içine baktı. Uzun zamandır kayıp olan bir şeyi bulmuş gibi. Derinlerden çıkarmış gibi. Uzun uzun konuşmaya devam ettik. O sırada kapı anahtarla açıldı. Çocuklar gelmiş olmalıydı. İçeriyi beni rahatsız hissettiren ve tedirgin eden ses kapladı. Sophie'de gelmişti. Hep beraber içeri girdiler çok neşeliydiler konuşmaları ve gülüşmeleri sürüyordu taa ki Brad'i görene kadar. Oturduğum yerden kalkıp " Hoşgeldiniz." dedim. Hepsi şüpheci gözlerle bize baktı. Luke yanıma yaklaşıp beni öptü sonrada " Hoşbulduk" dedi. Havadaki gerginliği sezdim dağıtmak için hemen konuya girdim " Siz sormadan söyleyeyim bu Brandon. Benim çocukluk arkadaşım uzun süredir görüşmüyorduk. Zaman geçirmek için gelmiş." Çocuklar Brandon'a göz ucuyla baktılar. Onları tanımasam kıskandıklarını düşünecektim. Hepsi elini sıkarak tanıştı. Son olarak Sophie saçını savurarak yaklaştı ve tokalaştı. " Film nasıldı?" dedim gergin hava balonunu kırarak. Calum " Güzeldi ama patlamış mısırları küçültmüşler." dedi gülerek. "O duyduğuma üzüldüm" dedim dudaklarımı kıvırarak. Luke yanıma oturmuş elimi sıkıyordu. Sanki Brandon'a güç gösterisi yapıyor gibi. Beni ona karşı koruyor gibi. Bu gergin sohbet sırasında Luke atıldı " Ee Brad bize biraz kendinden bahset." dedi. Kuşkucu ve kalın bir sesle. Kaşlarını kaldırmış Brad'i izliyordu bir yandan elimi sıkmaya devam etti. Brad boğazını temizledi eliyle anlına düşen kumral saçlarını geriye itti ve konuşmaya başladı " Skylerla HoneyWill'de büyüdük. Biliyorsunuz çok büyük bir yer değil o yüzden pek fazla insan yoktu bizde birbirimize sahiptik. Skyler gittikten sonra okulu bitirip bazı küçük işlerde çalıştım. Yönetmen olmak istiyorum bu yüzden şu aralar çektiğim kısa filmlerle bir yerlere başvurmakla meşgulüm. Yorucu bir süreç ama umarım bir yerden olumlu sonuç alırım. Yani hayatım böyle geçiyor. Aileme yardımcı olmak iş bulmaya çalışmak ve küçük kasabam HoneyWill'de başka ne yapılabilirse işte. Bu monotonluktan sıkılmıştım ve Skyler'ı görmeye geldim." Konuşmasını bitirmenin rahatlığıyla arkasına yaslandı. Beni izledi. Bense gözlerimi kaçırıp Luke'a baktım. Hala ona bakabilecek cesaretim yoktu. Çocuklar ikna olmuş gibi bir yüz ifadesi takındı. Sohpie birden konuya dahil olmaya çalıştı " HoneyWill'de senin gibi çocuklarla doluysa ben bu yazı orada geçirmek isterim." Sonra tiz bir kahkaha attı. Ash tabii onu yalnız bırakmayarak eşlik etti. Brandon'ın ayıp olmasın diye gülümsediğini anlayabilmek zor değildi. Mike konuya dahil olarak " Bu sürede bizde Sky ile çok yakın olduk. Sakın elimizden alayım deme." dedi kahkaha attı. Brad çekindi ama " Merak etmeyin onun sizi bırakacağını sanmam." demekle yetindi.
Bu garip ve geren sohbetlerden sonra herkes dağılmıştı. Ben ve Brad evin etrafında yürüyüşe çıktık. Yağmur yağıyordu. Islanan toprağın kokusu burnumu okşayarak geçti. Yol boyunca tek kelime etmemiştik. Nereye gittiğimizi bile bilmiyorduk oysa ki. Sadece yürüyorduk. İkimizde birbirimizi anlıyorduk. Bir şeylerden kaçmak için yürüyorduk bir şeylerden kaçmak için yan yanaydık. Ortada tek bir kelime yoktu. Beden dili bile kullanmıyorduk. Ama birbirimizi anlamamız çok kolaydı. Sorunları çözmek çok kolaydı. Çünkü onunlayken sorun yok gibiydi. En sonunda evin yakınındaki parkta durduk. Yağmur hızlanmıştı dinmek bilmiyordu. Ama biz aldırış etmeden banka oturduk. Ağaçları izledik. Çantalarıyla ya da kitaplarla başlarını kapatıp etrafta koşuşan ve yağmurdan kaçmaya çalışan insanları izledik. Farkında değillerdi hayatın. Yağmurun aslında nasıl bir güzellik olduğunun farkında değillerdi. Yaşamak demek olduğunun farkında değillerdi. Aslında bir saniye durup havayı içlerine çekseler tüm hücreleri yaşam dolacaktı. Ve kaçmak yerine keyif alacaklardı. Başımı Brad'in omzuna koydum. Islak ceketi yüzüme değdiğinde üşüdüğümü hissettim. Konuşmamama rağmen bunu anlamış olacak ki kolunu dolayıp sıkıca sardı. O an huzurla dolmuştum. Ne Sophie'yi ne yaptıklarını ne de hayata dair bir problemi düşünüyordum. Her şey olması gerektiği gibiydi. Bir an evimi düşündüm. Çocukluğumu ,hayatı okulu. O sessiz ve küçük kasabayı özlediğimi fark ettim. Brad'le ağaç evde saatlerce hiç bir kaygım olmadan oynamayı özlemiştim. Sorun olmayan bir hayatı özlemiştim. Uzun süredir kaybettiğim ve aradığım şeyin huzur olduğunu fark ettim. O küçük , eski kasabayı ve çocukluğumu herşeyden çok özlemiştim.