Pk 7

60 21 4
                                    

Ne arıyordu ki burada? Ayrıca ne saçmalıyordu bu? Unutulmazdı ki güzel anlar. Mal gibi ona baktığımda gözlerini denizden ayırıp bana çevirdi. O zaman neden kimseyle göz göze gelmediğini anladım.

Gözleri simsiyah büyülü bir taşa benziyordu. Göz göze geldiğimiz an bakışlarındaki derinliği anlayıp ben çektim gözlerimi ondan. Sanki ilk defa görmüş gibi denize baktım merakta. Bakışları çok yoğundu ve insanı büyülüyor gibiydi.

Ama bu susacağım anlamına gelmezdi. Burnumu çekip nefes almaya çalışarak gözlerimi sildim ve "yanılıyorsun. Verdiğin değere göre değişir unutkanlık" dedim. Cümle kurabileceğime inanmamıştım ama olmuştu. Hıçkırmadan cümle kurabilmiştim.

Göz yaşlarım rahatlarcasına yavaşlamaya başladı. Yine yanımda birinin varlığını hissedince ağlayamıyordum. Daha doğrusu göz yaşlarım akmıyordu.

Dalga geçer gibi burukça güldü ve "asıl sen yanılıyorsun. İnsan unutur, unutmakla yükümlüdür (Henri Barbusse)" diyerek fark edemediğim sigarasından bir nefes çekti. Burnum o kadar tıkanmıştı ki kokusunu bile alamamıştım.

Gözlerimin altında biriken yaşları silerken kafamı olumsuzca salladım ve "Eğer istersen hiçbir şeyi, hiçbir zaman unutmazsın üzerinden kaç yıl geçerse geçsin aklında kalır. Ama sen unutmak istediğin an, bir saniyede çıkar aklından. Fark bile edemezsin." Dedim. Şaşırmıştı böyle sözler söylememe herhalde. Kafamı ona doğru çevirdiğimde yüzümü incelediğini fark ettim. Ama ben değil yüzünü incelemek, gözlerimi onun gözlerinden alıp etrafa bile bakamıyordum.

Yüzümün ne halde olduğunu bilmiyordum. Kesinlikle şişmişti gözlerim ve kızarmıştı tüm yüzüm. Hala yüzüme bakmaya devam ettiğini gördüğümde kafamı tekrardan denize çevirdim. Anneme seslendiğim an esen rüzgar tekrardan estiğinde içimin titrediğini hissettim. Buraya gelirken üzerime ceketimi almamıştım, alacak halde değildimde.

Annemi hatırlayınca gözlerim kapandı kendiliğinden. Unutmam diyip duruyorum ama daha hatırlamadığım bir insanı nasıl unutacaktım ki zaten?

İçim ürpersede, serinlik bir yandanda iyi geliyordu. Çocuk hala yanımda oturuyor, benim gibi denize bakıyordu. Daha ismini bile bilmiyordum.

Yanımda, kendi kendine hareketlendiğinde gideceğini sandım ve biraz olsun rahatladım. Çünkü kendimle kalınca daha rahat hissediyordum ve istediğim duyguyu yaşayabiliyordum. Göz yaşlarım yanımdaki kişinin varlığı yüzünden sadece doluyor ama asla akmıyordu. Omuzumda bir ağırlık hissettiğimde, yanımda varlığını sürdüren kişiye doğru döndüm. Kısa kollu ile hiç titremeden (evet hiç titremiyordu, azıcık bile) oturan çocuğa döndüm. Ceketini omuzlarıma bırakmıştı. Bu hayır diyemeyeceğim bir teklif olduğu için sadece teşekkürle yetinip monta sıkı sıkı sarıldım.

Monttan, farklı ama deniz kokusu ile harmanlanmış şekilde mükemmelleşen mentollü bir koku yayılıyor ve burnumun tıkanıklığını açıyordu. Bu koku mükemmeldi ve sabahtan beri tetiklenen migrenime de iyi geliyordu. Çok güzel kokuyordu...

Hala yanımda oturduğunu gördüğümde burnumu çekerek "üşüyeceksin, neden bana verdin ki montunu? Benimki uzun kolluydu en azından" dedim uysal bir şekilde. Çok yorgundum sabahtan beri Eneslerle deli gibi eğelenmiştim ve bu beni çok yormuştu. Birde üzerine o mektup... düşüncesi bile hala gözlerimi dolduruyordu. Yanımdakinin varlığını umursayacak durumda olmayan gözlerimi bu sefer doldurmakla kalmadı ve taşırdı yaşlarını. Yine kendimi tutamıyordum ve nefes çeke çeke ağlıyordum.

İlk defa birinin yanında ağlıyordum!

Güçsüz görünmekten nefret ediyorum!

PORTAKAL KOKULUM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin