Pk 14

26 8 0
                                    

Ona bağırıp çağırmak istesemde Dereni uyandırmamın beni, zor durumda bırakacağını bildiğim için hiç bir şey yapamadım ve masaya koyduğum tepsiden sandviçimi alıp, pufuma oturdum ve sandviçimi yemeye başladım. Hızla bitirdiğimde Atlasa döndüm. O da sandalyeme oturmuş masumca hazırladığım sandviçi yiyordu.

Çok masum gözüküyordu!

Telefonum çalmaya başladığında koşarak yatağıma atlayıp, telefonun sesini kapattım ve kimin aradığına baktım. Arayan Enesti, bu yüzden hemen açtım telefonu.

Okula gitmemem onuda etkiliyordu.

"Kuzu nerdesin sen? beş saattir seni bekliyorum ya" dediğinde suçlu hissederek ne diyeceğimi şaşırdım.

"Enes, ben üşütmüşüm. Sanırım gelemeyeceğim okula. Baban bıraktırsa olur mu?"

Dedim çekinerek. Oda nasıl olduğumu sorup, cevap verdiğimde de dinlenmemi söyledi ve telefonu kapattı. Telefonu bırakıp yataktan kalktım ve Atlasa yönelttim bakışlarımı.

Suçlu gibi mazlumca bana bakıyordu yine. Böyle yaptığında çok mu tepki verdim acaba dedim kendi kendime. Ama sinirimi bağırarak çıkaramayınca otomatik olarak delirmiştim.

Gözlerine bakıp içten bir şekilde gülümsediğimde yüzündeki suçluluk ifadesi kalktı ve oda bana gülümsedi.

Sandviçi bittiğinde, portakal suyunuda dikti kafasına. Bunlar gerçekleşirken aramızda hiç diyalog geçmemişti.

Derenden uzun süre ses gelmeyince Atlası oturduğu yerden kaldırıp, sessiz bir şekilde odanın kapısını açtım. Atlas gülümsememden aldığı güçle "böyle iyiydim ya" desede onu dinlemedim ve merdivenlere doğru sessizce adım atmaya başladım. Alt kata indiğimde etrafı kolaçan ettim her ihtimale karşı. Kimse olmadığını gördüğümde, kapıya doğru adım attım. Dış kapıyı açacağım sırada bir fren sesi duydum. Kapının yanındaki camlardan dışarısı gözüktüğü için hızla gelenin kim olduğuna baktım. Bu babamın şöförüydü!

Bu saatte neden eve gelmişti ki?

Telaşla ne yapacağımı şaşırdım ve saklanacak yer aradım. Kolundan tuttuğum Atlasta, öylece bakakalmıştı.

Biz camdan gözükmesekte, şöförün kapıya geldiğini görmüştüm. Anahtar, girişine oturduğunda bir ses geldi kulağıma. Her şey bir anda gerçekleşti. Atlas yanımızda bulunan büyük ayakkabılığın, ceketlerin koyulduğu dolabını açarak, ikimizi de içine soktu ve kapağını kapattı. Elini ses çıkarmamam için ağzıma koymuş bir şekilde, daracık askılık bölümüne ikimizi zar zor sığdırmıştı. Kapı açılma seside hemen arkamızdan geldi

"Tamam Mirza bey, hemen bakıyorum. Dosya hangi kategoridendi?" Diye bir ses yayıldı evin içinde. Kalbim boğazımda atıyormuş gibi zonkladı boğazım. Çok korkuyordum! Dosya almaya gelmişti demekki. Umarım ayakkabılığı açmazdı.

Atlas'ın elini ağzımdan çekip korkuyla sarıldım ona. Eğer Adem abiye yakalanırsak benim için hiç iyi olmazdı. Atlasta sessizce bir iç çekişin ardından ellerini sıkı sıkı belime sardı ve en aza düşürdüğü sesi ile "korkma, Nira. Korku, insana kötüyü çağırır. Aklından sakın yakalanacağımızı geçirme. Korku, inançla beslenir." dedi bilmişçe.

'Korkma' demekle olmuyordu tabi. Dediğini yapıp yakalanma ihtimallerimizi düşünmemeye çalıştım ve Atlas'ın güzel kokusunu çektim içime. Burnumu açan ferah mentol kokusu anında rahatlamamı sağlamıştı.

Kaç dakika öyle kaldık bilmiyorum ama ikimizde bundan şikayetçi değil gibiydik. Atlası gördüğüm an ona çekiliyordum sanırım. Çünkü, duyguları ile ilerlemeyen bir insandım ben ve mantığım bana asla iki günlük biri ile bunları yaşattırmazdı. Atlas benim duygularımı ön plana çıkarıyordu! Buna izin vermemeliydim ama onu her gördüğümde anlamlandıramadığım bir çekim ile ona çekiliyordum.

PORTAKAL KOKULUM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin