ilham: keep holding on | avril lavigne
mektup yetmiş altı | gün beş yüz yetmiş dört
Draco'nun Bakış Açısından:
Savaşın geri kalanı boyunca Hermione'yi bir daha görmedim. Bu süreçte ise elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım. Bazı Ölüm Yiyenler beni görünce her ne kadar şaşırsa da, bunun sonucunu riske alarak yapmıştım.
İnsanların dışarı çıkmaya başladığını görünce adımlarımın onları takip etmesine izin verdim. Voldemort önde olmak üzere Ölüm Yiyenler ile beraber geliyordu. Aynı şekilde en önde, Harry'i taşıyan Hagrid vardı.
"O da kim? Hagrid'in taşıdığı kim?" Konuşan Ron'un kardeşiydi. "Neville, kim o?" Neville elindeki yırtılmış Seçmen Şapka ile yalpalayarak yürüyordu.
"Harry Potter öldü!" Voldemort'un sesi, hiç olmadığı kadar neşeliydi. Eğer Harry öldüyse, bu savaş ne olacaktı? Geleceğe dair kurduğum hayallerin sonu böyle mi bitecekti?
Ginny öne atılarak çığlığını dışarı bıraktı. "Hayır, hayır!"
"Sessizlik!" Voldemort bir büyü savurarak konuşmaya devam etti. "Seni aptal kız... Harry Potter öldü. Bu günden itibaren tüm güveninizi bana vereceksiniz." Bu sefer arkasını dönerek Ölüm Yiyenler'e seslendi. "Harry Potter öldü!" Aralarında büyük bir kahkaha oluştu. "Şimdi kendinizi bana adamanızın vakti geldi. Öne çıkın ve bize katılın. Ya da ölün."
Gözlerim annem ve babamı buldu, beni görmelerine izin veremezdim, en azından şu anda. Bu yüzden olabildiğince kendimi saklamaya çalıştım. Buna rağmen ikisinin beni arayan bakışlarını görebiliyordum. Ayrıca durduğum yerden Hermione'yi de görebiliyordum. En önde, Ron ile birlikteydi.
Neville sendeleyerek ona doğru yürümeye başladığında şaşırmıştım.
"Daha iyisini umut ettiğimi söylemeliyim." Voldemort'un sözlerinin ardından arkasındaki ordudan kahkaha sesleri yükseldi. "Sen kimsin bakalım, genç adam?"
"Neville Longbottom." Neville'ın ismini söylemesiyle bir kahkaha tufanı daha duyuldu yıkılmış Hogwarts'ta.
"Neville, eminim sana aramızda uygun bir yer bulabiliriz."
"Bir şey söylemek istiyorum," diyerek öne atıldı Neville. Uzun bir sessizlikten sonra Voldemort cevap verdi.
"Neville, söyleyeceklerini duymayı eminim hepimiz çok isteriz."
"Harry'nin ölmesinin önemi yok."
"Konuşma, Neville!" Bunu kimin söylediğini görememiştim.
"İnsanlar her gün ölüyor," dedi yüzünü bizim tarafa döndürerek. "Arkadaşlar, aileler. Evet. Bu gece Harry'yi kaybettik ama o hâlâ bizimle." Kalbini göstererek, "burada," dedi. "Fred de öyle. Remus, Tonks... Hepsi. Boş yere ölmediler." Yüzünü tekrar Voldemort'a çevirdi. "Ama sen öleceksin. Çünkü yanılıyorsun! Harry'nin kalbi bizim için atıyordu, hepimiz için. Daha bitmedi!" Neville'ın Seçmen Şapka'dan bir kılıç çıkarması ile Hagrid'in kucağındaki Harry'nin kendini yere atması bir oldu.
Herkesin şaşkınlık ve sevinç karışımı duyguları yaşadığını tahmin etmek zor değildi, ben de öyle hissediyordum. Voldemort, kaçan Harry'nin arkasından birkaç büyü atarken insanlar kaçışmaya başlamıştı. Ölüm Yiyenler'in de cisimlenerek kaçtığını gördüm. Ailemi ise görememiştim.
Yıkılmış kalenin içine doğru koştum, etrafta birkaç Ölüm Yiyen vardı ama çoğu kaçmıştı. Birkaç kişinin Ölüm Yiyenler'e karşı savaştığını görebiliyordum. Her ne kadar Hermione'yi bulmak istesem de, şu anda insanlara yardım etmem gerekiyordu.
Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama Ölüm Yiyenler'le savaşa savaşa bir kulenin tepesine gelmiştim. Dışarı baktığımda Voldemort ve Harry'nin mücadelesini gördüm. Harry'nin Expelliarmus büyüsü onu yeniyordu.
Sonunda Voldemort'un asası Harry'nin eline geçti. Voldemort'un çaresiz bir şekilde toza dönüşmesini izlerken içimden çok büyük bir yükün kalktığını hissettim.
Bitmişti.
Bu şekilde bitmemesinden o kadar korkuyordum ki, öyle olsa ne yapardım bilemiyordum. Ama umduğum gibi bitmişti ve planlarımı devam ettirebilecektim.
Voldemort'un ölümünden sonra herkes toplanmış, yaralarını sarmaya başlamıştı. Ortamda kazanmanın sevinci ve kaybedilenlerin hüznü vardı. Ben de bir yere oturmuş insanları izliyordum. Salona giren Hermione ve Ron'u gördüm, çok geçmeden Hermione koşarak Harry'ye sarılmaya gitmişti.
Hermione Harry'den ayrıldıktan sonra gözleri bir anda benimle buluştu, bakışlarımı bir an bile ondan ayıramıyordum. Oturduğum yerden kalktım, beton parçalarının arasından yürüyerek salondan ayrıldım. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.
Kimsenin olmadığı bir yer bulduğumda kendimi beton parçalarının üzerine bıraktım.
Kurtulmuştum.
Bunun olmasını çok fazla istiyordum, şimdi gerçek olması ise beni tereddüte düşürüyordu. Her şey bir rüya gibi geliyordu, uyanıp kâbusa devam etmek istemiyordum.
"Hâlâ buradasın."
Aklımdan hiç silinmeyecek ses kulaklarıma dolduğunda yere indirdiğim bakışlarımı ona çevirdim. Üzerinde savaşın yorgunluğu olsa da güzel olmaya devam ediyordu.
"Ne kadar ciddi olduğumu bilmeni istedim," dedim ayağa kalkarken. Aramızda sadece birkaç adım vardı.
"Önceden sana karşı tereddütlerim vardı ama şimdi... Her şey bitti. Hatırlıyor musun, bana ilk yazdığın zamanlar 'Sana dürüstlüğümü kanıtlayacağım,' demiştin." Başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım, dudaklarımda küçük bir tebessümün oluştuğunu da hissedebiliyordum. "Sonunda gerçekten kanıtladın." Yüzündeki gülümsemeyi gördüğümde gözlerimin dolduğunu hissettim.
"Bunu ne kadar uzun zamandır duymayı beklediğimi bilemezsin."
Aramızda bir sessizlik oluştu, sadece gözlerimiz konuşuyordu o anda. Bir süre sonra tekrar konuşmaya başladı.
"Bunu söyleyecek olmam seni biraz üzebilir ama... Bir süre yalnız kalmam lazım. Savaş daha yeni bitti, kayıplarımız ve sarmamız gereken yaralar var. Bu süre boyunca onların yanında olmalıyım."
Bir anlığına kırılsam da ona hak vermek zorundaydım. "Sorun değil, bir süre daha beklemek benim için sorun olmaz. Hem, mektuplarımızı engelleyen bir şey yok." Tekrar güldü, ben ise o an daha da hayata döndüğümü hissettim.
"Bu her an mektuplaşma işini bana da bulaştırdın," dedi elini cebine götürürken. Bir kâğıt parçası çıkardığını gördüğümde kahkahaya benzer bir şekilde güldüm. Bana yaklaştı ve elindeki kâğıdı uzattı. "Arkasında bir adres var. Büyük ihtimalle orada olurum, eğer mektup göndermek istersen yani..."
"Göndereceğime emin olabilirsin."
"Pekâlâ, artık gitmeliyim. Senden mektup bekliyor olacağım." Geriye doğru birkaç adım attı, gözlerimiz hâlâ ayrılmamıştı. Sonunda önüne döndü ve beni yalnız bıraktı. Anında elimdeki buruşmuş kâğıdı açtım ve baktım. Bir şiirdi, benim gibi şiir yazması yine ve yine gülümsememe neden olmuştu.
02.05.1998
Yalnız değilsin
Beraber ayaktayız
Yanında olacağım, ellerinden tutacağımı biliyorsun
Hava soğumaya başladığında
Ve son gelmiş gibi hissettirdiğinde
Gidecek yer yok
Biliyorsun pes etmeyeceğimBeklemeye devam et
Çünkü başaracağımızı biliyorsun, başaracağız
Sadece güçlü kal
Çünkü senin için burada olduğumu biliyorsun, senin için buradayım
Söyleyebileceğin bir şey yok
Yapabileceğin bir şey yok
Gerçek açığa çıktığında başka yol yok
Bu yüzden beklemeye devam et
Çünkü başaracağımızı biliyorsun, başaracağızH. G.
BU BÖLÜME AŞIK OLAN BİR BEN MİYİM
BOL BOL YORUM İSTERİM VALLA
ŞİMDİ OKUDUĞUN
100 letters | dramione
FanfictionHermione Granger ve Draco Malfoy. Onların aşkı bir imkânsız gibi görünüyordu ama bunu umursamadılar. Gözlerden uzak bir şekilde yaşadılar. Onlar, aşklarını 100 mektubun içinde yaşadılar. Yayımlanma Tarihi: 6 Temmuz 2020