Yorgunluk kahvesi

1.2K 145 111
                                    

Burasıyla ilgili ilk izlenimi, kesinlikle çok kalabalık olduğu ve ikincisiyse çok sıcak olduğuyla ilgiliydi. Uçağa binmeden önce Zachary'den çarptığı sigarayı yaktıktan sonra, hala sigarayı ağzında tutuyorken üstüne giydiği kot ceketi çıkardı ve kollarından beline bağladı. Onu almaya gelen kişi ne taraftan gelecekti en ufak fikri yoktu bu yüzden sigara hala elindeyken turlamaya ve gördüğü insanlara bakmaya başladı. Doğru yerde durduğundan bile emin değildi. "İnen yolcuları buradan mı alıyorlar acaba?"

Yüzüne doğru selektör yapan aracı tanıyordu Louis. Bir an aynısı olduğunu düşündüyse de, aynı arabanın farklı bir modeli olduğunu fark etti kısa sürede. Andrew arabayı Louis'in yanına kadar sürdükten sonra durdu ve yarıya kadar inmiş olan penceresini tamamen indirdi. "Louis, ben Andrew. Telefonda konuşmuştuk ve bir de sana bilet almıştım."

Louis, Andrew'in onu nasıl tanıdığını sorgulamadı. Amerika'daki havalimanından alınması böyle olmuştu. İçten içe onu almaya gelecek kişinin Harry olmasını beklemek saçmaydı zaten.

Louis koltuğa oturduktan sonra kemerini takmadı ve kendi camını indirip sigarasından son bir duman alıp onu dışarıya bir yere fırlattı. Andrew göz ucuyla genç adama bakıyorken bir yandan arabayı sürüyordu. "Lütfen sen kendi isteğinle gelmiş gibi yap. Buna ihtiyacı var."

Hiçbir şeyden haberi olmadığı için Louis anlamıyordu. Andrew'in konunun neyle ilgili olduğundan bahsedeceğe de benzemiyordu. "Pekala." dedi Louis. Belli etmese de, onu ne şekilde göreceği hakkında tedirginlikleri vardı. Harry'i son görüşünün üzerinden 2 aydan fazla olmuştu. Yol boyunca gözlerini sağındaki camdan dışarıya tutarak binaları ve diğer arabaları izledi. Terste oturmak değildi garibine giden. Sadece tüm bunlara artık daha fazla ne kadar dayanabilirdi bilmiyordu. Harry ve ikisinin de başına açılıp duran sayısız sorunlara.

Harry Louis'in geldiğinin haberini ona attığı mesajla aldıktan sonra telefonu babasına ulaştırmış ve hiçbir yorumda bulunmamıştı. Andrew odadan çıkınca, Louis varken daha fazla küvette zaman geçiremeyeceğini bildiğinden üstüne yine Andrew'in onun için aldığı henüz pakedinden çıkarılmamış pijamaları açtı ve dikişlerinden dolayı zorlanarak üstüne geçirdi. Louis'e belli etmek istemiyordu, bu yüzden normal gözükmek zorundaydı. Islak saçlarını isteksizce taramak üzereyken, tarağı tutan eli havada kaldı. Karnından koparılıp alınan bebeği ikisine aitti ve Harry bunu ne kadar ondan saklayacağını düşünürken, hissettiği kırgınlık ve acıyla tekrardan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Harry, aşağıdan gelen seslerin onlara ait olduğunu biliyordu. Odasındaki peçetelerle yüzünü tamamen kurulayıp yatağına geçti ve köşede toplu duran örtüyü üzerine çekti. Hasta ziyaretine tamamen uygun bir görüntü oluşturdu. Basit bir grip, belki işini kolaylaştırabilirdi.

Louis, Andrew ona odanın yerini söyler söylemez beline sarılı ceketini salonda duran koltukların üzerine gelişi güzel fırlattıktan sonra Harry'nin odasına giden merdivenleri adımladı. Kapısını tıklamadan önce derin bir nefes aldı. İkisi de o dakikadan sonra bir süre rol kesmek zorundaydı, farklı şekillerde. Harry, onu kabul ederken sesi cılız çıktığı için kendine kızdı içinden. İçeri girdiğindeyse, uzun ve sessizce birbirlerine bakacaklarını ikisi de biliyordu. Louis Harry'e baktı. Solgun yüzüne, kızarmış gözlerine ve ıslak saçlarına. Omuzları hiç olmadığı kadar düşüktü ve suratı da o derece asıktı. Normal bir hastadan çok daha kalp kıran bir görüntüye sahipti. Kolunda hala birkaç gün önce takılan serumun yapışkan izleri duruyordu. Louis istemeden de olsa kaşlarını çattı. Kriz geçirdiği söylenmişti, ameliyat geçirdiği değil.

Harry, karşısında genç adamı gördüğü ilk andan itibaren gözlerini tutamayacağını biliyordu. Görüntü gözlerinin dolmasıyla buğulanmıştı. Üzerindeki gözleri hissediyordu. Ama kendisini rahatsız hissettiren bu değildi. Harry bunun neyden dolayı olduğunu çok iyi biliyordu ve dili Louis'e itiraf etmeye varmıyordu.

cruel intentionsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin