"Bak, yıldız kayıyor!" Seonghwa elini kaldırdı ve camdan dışarı doğru işaret ettikten sonra kolunu tekrar sıkıca Yeosang'a sardı."Dilek dilemeyi unutma," diye mırıldandı Yeosang esnerken, Seonghwa'nın göğsüne daha da gömülmüştü.
Oldukça geç olmuştu ama ikisi de uyuyup Yeosang'ın eski odasında bu güzel anı kaçırmak istemiyorlardı. Seonghwa burnunu Yeosang'ın kahverengi saçına sürttü, dünyadaki en çok sevdiği kokuyu içine çekti. Rahatlığın, mutluluğun kokusu. Tıpkı ilk yaz yağmurunun sakinleştirici kokusu gibi içindeki en güzel hisleri gün yüzüne çıkartan kokusu.
Seonghwa dileğini dilerken gözlerini hafifçe kapattı. Bu anın asla son bulmaması için, tek bir günü bile Yeosang'ın yanında olmadan geçirmemesi için dilediği dilek.
"Seni sonsuza dek seveceğim," diye fısıldadı Seonghwa hafifçe ve Yeosang'ı kollarının arasında daha da sarmaladı.
"Sonsuzluk uzun bir zaman," dedi genç çocuk kıs kıs gülerken, "muhtemelen benden bıkarsın."
"Senden asla bıkmam, şöyle aptalca şeyler söyleme."
O sözleri söylerken sonsuzluk bile Yeosang'a olan aşkı için yeterli değilmiş gibi gelmişti. Ettikleri tüm kavgalar, tüm kızgın sözler, gözyaşları, şüphe ve karmaşa; beraber oturmuş yıldızlara bakarken hepsi çok geçmişte kalmış gibiydi.
"Bir gün bir yerlere gitmeliyiz. Nereye gitmek istersin?" diye sordu Seonghwa, nereye giderlerse gitsinler beraber oldukları sürece mutlu olacağını zaten biliyordu.
"Bilmem. Bir gün Kore'nin dışına seyahat etmeyi gerçekten çok istiyorum. Hatta deniz ötesi bir ülkeye taşınmak uzun zamandır hayalim."
Seonghwa genç çocuğun yanıtını başıyla onayladı, Yeosang'ın bir gün uzaklara taşınmak istediği için okuduğu bölümü seçmesini anlatmaya devam ederken dikkatle dinledi. Kore'den uzaklaşmak için ve gerçek benliğini bulmak için tüm o kötü anılardan kaçmak için.
Yeosang'ın sesi muhtemelen asla öyle bir yapamayacağı için titremeye başlamıştı, çünkü o zaman babasını ardında bırakmış olacaktı. Küçük ailesinde tüm olanlara rağmen mümkün olan en iyi hayatı ona verebilmek için sürekli çalışan babasını...
"O yüzden," Yeosang Seonghwa'nın sıcak kucağında hafifçe kımıldanırken boğazını temizledi, "önce mezun olup kendime bir iş bulmam gerek. Biraz para kazanıp tıpkı uzun zamandır onun bana baktığı gibi benim de babama bakabilmem gerekiyor. Benim için çok fazla çalıştı ama ikimiz de biliyorduk ki en iyi üniversitelere girmem için asla yeterli olmayacaktı. Ama girmek zorundaydım, o yüzden ben de çok çalıştım ve en sonunda bursla girdim."
"Sen harika bir insansın Sangie," dedi Seonghwa kahverengi saçını öperken. Ona daha da âşık olması mümkünmüş gibi daha da âşık oluyordu.
"Gerçekten değilim. Sana karşı berbat davrandım..." Yeosang'ın vücudunun sıcaklığı, genç çocuk uzaklaşıp Seonghwa'ya bakmak için karşısına oturunca yok oldu. "Özür dilerim."
Gözlerindeki yürek parçalayıcı bakışa rağmen Seonghwa gülümsemesine engel olamadı. Duvardaki lambadan gelen hafif ışık genç çocuğun yüzünü kusursuzca aydınlatıyordu ve çok güzel görünmesine neden oluyordu. Yeosang başını yana yatırınca saçları sanki sabah güneşinin ilk dakikalarındaki okyanus dalgaları gibi gözlerinin üstüne düşmüştü.
"Lütfen, özür dilemeyi kes. Artık hiçbiri önemli değil." Hala üzgün gözlerle ona bakan Yeosang'a bakarken Seonghwa'nın dudaklarının kenarları ona güven veren gülümsemeyle kıvrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just as we are | Seongsang (Türkçe Çeviri) by ttalgittalgi
FanfictionSeonghwa mükemmel ama önceden planlanmış bir hayat yaşıyordu, ta ki Seonghwa'nın olamadığı her şey olan; umursamaz, tahmin edilemez ve karmakarışık olan Yeosang ile tanışana kadar. Zıt kutuplar birbirini çeker fakat aralarındaki farklılıklar onlarla...