Bölüm 8

202 34 0
                                    



Eğlenmeyi her ne kadar seviyor da olsalar, yapmak zorunda oldukları bazı şeyler vardı. Ders çalışmak... Şimdiye dek ailelerini bu konuda hiçbiri zorlamamıştı. Üzerlerine düşen görevleri yerine getirme konusunda ki başarıları kimi zaman tartışılır olsa da bir öğrenci olarak ve geleceklerini kurtarmak adına, iyi iş çıkarıyorlardı. Uçarı, haylaz ve daha pek çok şey olabilirlerdi ama her zaman ailenin önce geldiğini biliyorlardı.  Kafedeki eğlencenin ertesi gününde, Safira’larda toplanmışlardı. Okulların tatil edilmesi her birine ayrı keyif vermişti. Behrem, sıkılarak yerinde kıpırdanıyor olsa da diğerlerine uyum sağlamaya çalışıyor, bunu yaparken homurdanmayı eksik etmiyordu. Hemen yanındaki Karaca elindeki telefonu parmaklarının arasında çevirirken, ne yazık ki diğerleri gibi ders çalışmayı düşünmüyordu. O, ne olmak istediğini çok önceden belirlemişti. Başını çevirip salonun ortasındaki kalabalığa baktı. Küçük, yeni doğan şirin köpek yavrularına benziyorlardı. Nefal de kendisiyle aynı şeyi düşünüyor olacaktı ki bacağına vurup, elindeki kağıda yazdığı şeyi gösterdiğinde güldü. Başını geriye atarken, esnedi. Safira’nın geldiklerinden beri sesi çıkmıyordu. Tabi Cesur’un da.

“İntegral’den nefret ediyorum!” Behrem’in tıslayan sesi diğerlerinin başlarını sallamasına neden olurken “Devam et.” Dedi Karaca sonra asıl ilgi odaklarına bakıp “Siz ayrıldınız mı?” diye sordu.

“Sonunda ilgimi çeken bir konu işte.” Diyen Behrem, Yağmur’un “Önüne dön, Behrem.” Demesi üzerine kaşlarını çatarak önüne döndü. Oflayıp, pofladığı sırada Safira yutkunuyor, Karaca’nın sorduğu soruya bir cevap arıyordu. Nefal, burnundan soluyarak nefes verirken Cesur başını iki yana sallayarak, içini çekti “Böyle devam ederse, ayrılacağız.” Dedi.

Mir Ali “Neden?”

Cesur, Safira’nın dolan gözlerine aldırış etmeden ona kaşlarını çatarak bakmayı sürdürdü. “Nedenlerini söylemek ister misin?” diye sordu. Çok soğuktu.

Nefal “Hey hey” dedi kardeşine. Onun kendisine bakmasıyla “Neler oluyor?” diye sordu “Ne bu tavır?”

Cesur “Arkadaşına sor” dedi “Oldukça mantıklı nedenleri var ne de olsa”

“Bunun ikimizin arasında olduğunu neden anlamıyorsun?” Safira, nihayet konuşmaya karar verdiğinde Cesur’un daha fazla kaşlarını çatmasıyla derin bir nefes alarak, kendisine merakla bakmakta olan arkadaşlarına baktı tek tek “Açıklama yapmak zorunda mıyım? Bence değilim.” Dediğinde İrem Yağmur “Şey, ona olan hislerini açıklamak için başımızın etini yerken kendini zorunlu hissediyorduysan şimdi de hissetmelisin. İkinizin arasındaki gerginlik bize de yansımaya başladı.”

“Yağmur, haklı. Tamu varken bir de sizinle uğraşamayız.” Berat, çubuk krakerini yerken Safira oflayarak kaşlarını çattı. “Acele karar verdiğimi düşünüyorum.” Dedi.

Behrem “Oha!”

Nefal “Ne? Evleniyorsunuz da haberimiz mi yok? Ne için acele karar verdiiğini düşünüyorsun?” Dişlerini sıkıyordu. Cesur, kitabının kapağını sertçe kapatırken “Sevgili olmak için” dedi “Benimle çıkarak etrafındaki potansiyel erkek arkadaşlarından fedakarlık etmek zorunda kalıyormuş.”

“Ben öyle bir şey söylemedim, Cesur!” diye patlayan Safira, Cesur’un aniden ayağa kalkmasıyla telaşlanırken çocuk ona tepeden bir bakış atarak “Neyse ne” dedi “Bundan sonra nasıl hareket edeceğimi görmüş oldum, en azından. Senin yerine pembe hayaller kuran ben olduğum için merak etme, çabuk atlatırsın. Eminim.”

Safira “Ne! Ayrılıyor muyuz?” diye bağırdı. Hepsi birden ayağa kalktıklarında Menaf, bir elini saçlarının arasına sokup “Çok duygusal bir an.” Diye söylendi. Cesur, dönüp Menaf’a baktı. Çocuğun gözleri telaşlı aynı zamanda dolu bakıyordu. “Ağlayacak mısın lan?” diye sorduğunda Menaf “Duygusal adamım ben.” Dedi. Cesur, o an ne hissediyorsa hissetsin gülümsedi. Şuan da ihtiyacı olan da buydu. Dönüp Safira’ya baktı. “Öncesinde nasıl arkadaştıysak yine öyle olacağız” dedi “Benim için sorun yok.”

Safira, öne doğru bir adım atıp elini tutmaya çalıştığında çocuk sert bir tavırla “Yerini bildiğin müddetçe elbette.” Diye uyarıp yanlarından ayrıldı.

Behrem “Terk edildin, Safira abla.”

Nefal “Biri şunu sustursun sesi sinirlerimi bozuyor.”

Behrem, Nefal’e bakarak dil çıkarırken Menaf kitaplarını toplayıp, Yağmur’a baktı “Bunlar hep ikizinin yanında getirdiği kötü enerji yüzünden oluyor. Biliyorsun değil mi?” diye sordu.

“Of, saçmalama Menaf ya! Bunun Tamu ile ne ilgisi var?” diyen Yağmur, çocuğun “Ne demek ne ilgisi var? Yok mu? Bütün negatifliğini üzerimize boşalttı, gitti. Paratonel gibi başımıza gelmeyen kalmadı sayesinde.” Diye bağırmasıyla sinirleri boşalarak gülmeye başladı. “Yürü ya.” Dedi sonra “Gidelim.” Çantasını omzuna asarken “Görüşürüz, Nefal abla. Geliyor musun Karaca?” diye sorduğunda kızın “Siz gidin. Ben dışarı çıkacağım” demesiyle o ana dek sesini çıkarmayan Mir Ali, ablasına bakıp “Nereye?” diye sordu.

Karaca, deri ceketinin fermuarını çekerken “İşim var” dedi “Geç kalmam.” Mir Ali, ona dik dik bakmaya devam edince Karaca kaşlarını havaya kaldırarak ona baygın bir bakış attı “Kavga etmek istemiyorum, Mir.” Dedi “Sen eve ben dışarı.” Sonra birlikte dışarı çıktılar. Berat, Karaca ile birlikte yanlarından ayrılırken Menaf onların gidişini seyreden kuzeninin yanına gelip, omzuna dokundu “Bir şeyler yapalım mı?” diye sordu.

Hemen arkalarında duran Behrem “Ok atalım mı?” diye sorduğunda çocukların ikisi de dönüp, ona baktılar. “Hayır!” diye bağırdılar. Birlikte eve doğru yürümeye başladıklarında, Behrem başını Yağmur’un omzuna dayadı “Sinirlerim bozulmaya başladı, benim burada ya! Hava soğuk, insanları soğuk! Of!” diye söylendi.

**

Laleli’den aşağı yürürken yüzüne çarpan soğuk havayı umursamıyordu. Kahvaltıdan sonra evden çıkıp, Beyazıt’a gelmişti. Biten test kitaplarının yerine yenisini almış, birkaç tane de baskısı olmayan, okunacak, birkaç kitap almıştı. Bir de eski bir plak... Son iki senedir, eski olan şeylere karşı bir sempatisi oluşmuştu. Bunu da iki sene önce ailesiyle birlikte gittiği yaz tatilinde keşfetmişti. O zamandan beri eski albüm kasetlerini ya da plaklarını topluyor, evde yalnız kaldığı bir anda onlarla zaman geçiriyordu. Tarihlerini, kimlerin hangi plakla çıkış yaptığını da araştırmadan duramıyordu. Sırtındaki çantanın askılarını iki eliyle sıkıca kavramıştı. Burnunu çekerek, yürümeye devam ederken geçtiği durakları da sayıyordu. Eve gitmek bu havada otobüs ya da metro ile çok zor olurdu. Bu yüzden kendince biraz yakınlaştığı zaman, babasını arayacaktı. Aksaray’a doğru geliyordu. Esnaf henüz kepenk kaldıramamış, tentelerden aşağı düşen karları ana caddeye atmakla meşguldü.  Beyazıt ve Laleli’yi ne kadar seviyorsa Aksaray’dan da o kadar nefret ediyordu. Burada kendisini güvende bile hissetmiyordu. Çok farklı ülkelerden, farklı şehirlerden insanlar vardı ve Kuzey ne zaman içlerinden biriyle konuşmaya kalksa ya azarlanıyor ya da küçük olduğundan dalga geçiliyordu. Dişlerini sıkarak, metro istasyonunun önünden geçerken karşıya geçerek kaldırıma çıkmıştı. Az ileride insanlar toplanmış, kendi aralarında mırıldanarak konuşuyorlardı. Çocuk, dikkat kesilerek adımlarını hızlandırdı. Cebindeki cüzdanını mantosunun iç cebine koymuştu.  Babası böyle kalabalıkların yan kesicilerin oyunu olduğunu söylüyordu. Kuzey adımlarını attıkça insanlar da etraflara dağılmaya başlamıştı. Çocuk daha da meraklanırken birinin ağladığını duymuş, ardından kaşları daha da çatıldı. Caminin köşesini döner dönmez kızı gördü. Pis karların üzerinde, dizlerini çökmüş ağlıyordu. Üstelik hırpalanmış görünüyordu. Etrafına bakınıp, insanların neden yardım etmediğini anlamaya çalıştı ilk önce. Sonra onlara kızarak, yerde oturan kızın yanına gitti. Tepesinde dikilip “İyi misin?” diye sorduğunda kızın varlığını fark etmesiyle korkarak yerinden sıçrayışı karşısında, yere eğilip ellerini havaya kaldırdı. “Korkma korkma.” Dedi gerçek bir samimiyetle “İyi olup olmadığını sordum sadece. Kötü bir niyetim yok.” Çekingen bir ifadeyle gülümsediğinde kıza bakarak başını salladı “Düştün mü?”

Kız, başını salladı. Etrafa saçılan eşyalarını toplayıp, askısı kopan çantasının içine koyduktan sonra kıza uzattı “Polis çağıralım” deyip, fermuarını açtıktan sonra cebinden telefonunu çıkardı.

“İstemem. Polis, istemiyorum. Gerek yok.” Diyen kıza bakan, Kuzey “Neden ki?” diye sordu. İstemiyorsa kendisi bilirdi tabi ama eşyaları yere saçılmış, çantası kopmuş, üstelik üstü başı da hırpalanmış duruyorken Kuzey buna kayıtsız kalamazdı. Yine de kızı dinledi. “Cüzdanımın içinde sadece harçlığım vardı, zaten” dedi. “Sabahın erken saatlerinde buralara gelmemem gerekirdi.” Kuzey, kaşlarını çattı. Sırf erken ya da geç bir saatte dışarı çıktı diye, insanların başına iş gelmemeliydi. Kızın yerden kalkmaya çalıştığını fark ettiğinde, “Dur yardım edeyim.” Diyerek dirseğinden tutarak ayağa kalkmasına yardım etti. Eğilip mantosunun eteklerine bulaşan karları eliyle itelerken, kızın itirazlarını duymazlıktan gelip doğruldu. Sonunda göz göze gelebilmişlerdi.

“Teşekkür ederim.” Diyen kıza dik dik bakmaya ederken “Ha, bir şey değil ya.” Diyerek elini salladı. “Bu arada Kuzey ben” dedi. Elindeki eldiveni çıkarıp, kıza uzattı. Kız, elini tutarak sıktığında “Sevda ben de.” Dedi. Kuzey, hala ona bakıyordu. Zaten bakmazsa kör olur, ayağı kayar kıçının üzerine düşerdi. “Çok güzelsin ya.” Diyerek içinden geçenleri dile getirdiğinde kız, şaşırarak ona bakmış, ardından soğuktan ve ağlamaktan kızarmış olan yanaklarında güller açarak gülümsemişti. Kızın sol gözünde ismini bilmediği bir şey vardı. “Benim eşarbımı düzeltmem lazım.” Diyen kıza başını sallarken durup etrafına bakındı. Hemen karşılarında bir restaurant vardı. Birlikte karşıya geçtiler. İçerideki insanlardan rica edip, kızın lavaboyu kullanmasını sağladılar. Kuzey, elinde kızın askısı kopmuş olan çantasıyla dışarıda onu beklerken bir taraftan da kulaklıktan babasıyla konuşuyordu. “Tamam, baba” deyip telefonu kapattıktan sonra müzik çalarını açarak dinlemeye başladı. Justin Bieber, bu sıralar her yerde popülerdi. Çocuğun ergen sesini dinlerken bir yandan da ona eşlik ediyor, aniden gelen mutluluk hissiyle ayaklarını bastığı yerde hareket ettiriyordu.

Arkasındaki cam kapının açılmasıyla başını çevirdi. Kulaklıklarını kulağından çıkarırken kızın “Teşekkür ederim.” Demesi üzerine başını sallayıp “Önemli değil.” Dedi “Daha iyi misin? Ya da polise gitmek istememeye?”

Kız, başını iki yana sallarken Kuzey iç geçirerek başını salladı. Kendi bilirdi. Basamaklardan aşağı indiklerinde “Nerede oturuyorsun?” diye sordu Kuzey “Kemal Paşa’da.” Dedi kız. Kuzey, başını sallayınca “Birlikte gidelim.” Dedi ve az ileride ışıklarda, babasının arabası göründü. Kız, itiraz cümlelerini sıraladığı sırada babası gelip yanlarında durmuş, aracın ön camını aşağı indirirken ikisine bakmıştı. Kuzey, kızı ittirerek açtğı kapıdan binmesini sağladıktan sonra peşinden içeri girip, kapıyı kapattı. Babasına ilk önce gidecekleri  yeri söyledikten sonra “Baba, bu Sevda” dedi. Poyraz Bey, dikiz aynasından kıza bakarak gülümsedi. “Memnun oldum.” Dedi. Sonra oğluna dönerek “Aynı sınıfta mısınız?” diye sordu.

Sevda, başını iki yana sallarken Kuzey “Yok. Bizim okulda değil. Az önce tanıştık.” Dediğinde Poyraz Bey, dikiz aynasından oğluna bakarak gözlerini kıstı. Kuzey, olanları anlatmaya başladığında Poyraz Bey oğlunun yardımseverliği karşısında gururlanmış, ardından Sevda ile konuşmuştu. Kız kendisiinden tarafa bakmamaya çalışıyor ama yapamıyordu. Poyraz Bey, kızın sol gözünde görme ile ilgili bir sıkıntısının olduğunu fark ettiğinde tüm dikkatini vererek, yola devam etti. “Yine de eğer olurda bir şeye ihtiyacın olursa, beni arayabilirsin” deyip ceketinin iç cebinden bir kartvizit çıkarıp, kıza uzattı. Kızın kartı almasıyla derin bir nefes aldıktan sonra onları kendi hallerine bıraktı. Zira oğlunun daha önce hiç bu kadar konuştuğuna şahit olmamıştı. Kuzey, kızın eşarbının ucunda salınan toplu iğneyi iki parmağı ile yakalayarak tutarken, cadde üzerinde dörtlülerini yakarak duran Poyraz Bey “Seninle tanıştığıma çok memnun oldum, kızım.” Dedi. Sevda, başını sallayıp Kuzey’e baktı. Ona her şey için teşekkür ettiğini söyledikten sonra arabadan inip, yürümeye başladı. Kuzey, başını cama yaslamış elindeki toplu iğneye bakıyordu. Yeniden yola çıktıklarında kar da hafif hafif atıştırmaya başlamıştı. “Baba...” dedi en sonunda “İlk görüşte aşka inanır mısın?”

Poyraz Bey, gülümseyerek “Elbette.” Dedi.

Kuzey “Güzel çünkü az önce yardım ettiğim o kıza aşık oldum.”

Poyraz Bey “Bak sen.” Dediğinde Kuzey “Baktım zaten” dedi kendi kendisine gülerek “Gözlerimi alamadım. Bence, biz evleniriz de.” Dediğinde babası da gülüyordu. “Aşık olmak, tamam. Ama evlilik çok sonraki iş. Şimdi değil.”

Kuzey “Oho onun içinde mi bekleyeceğim? Bunun üniversitesi var, askerliği var. Geri dönüp, işe başlamak var. Sonra kızı istemek var. Baba ya!” diye homurdanırken Poyraz Bey, “Oğlum sen burada kendi kendine gelin güvey oluyorsun da kızın seni arayacağını nereden çıkardın?”

“Numaramı verdim ya” dedi Kuzey.

Poyraz Bey “Ee? Bu seni aramasına neden değil ki?”

Kuzey, gülümsedi “Arayacak tabi ki. Hem nasıl aramasın ki toplu iğnesi bende.”

¥¥

Minel, bunu yaptıklarına inanamıyordu. Tamu’yu sabahın köründe odasında gördüğünden beri aslında inanamıyordu hiçbir şeye. Kız, sanki hafta boyunca etrafındakileri dilinin keskinliğinden geçirmemiş gibi yanına gelmiş ve dışarı çıkmak için teklif de bulunmuştu. Minel, onu terslemiş, reddetmiş, birlikte hiçbir şey yapmayacaklarını kesin bir dille belirtmiş olsa da şuan da bulundukları hali düşündükçe pek de başarılı olamadığını pekala görebiliyordu. Bir ara herkesten daha yakınlardı birbirlerine. Belki de Tamu’nun yanına gelmesi bundandı. Cesur ile Safira’nın, kavga ederek ayrıldıklarını öğrendiklerinden beri sessizce yürümeye devam etmekteydiler. Tamu, bununla ilgili her ne düşünüyorsa kendisine saklıyordu. Minel’in ise bununla ilgili düşündüğü hiçbir şey yoktu. Her ne yaşıyorlarsa kendilerine özeldi. Şehremini de dar sokaklarda yürümeye devam ederlerken Tamu, buraya neden geldiklerini çok iyi biliyordu. “Hala mı?” diye sorduğunda kızın verdiği tepkiye güldü “Sen burada onu sapık gibi dikizlerken başkaları malın tadına bakıyor.” Dedi. Minel, bacağına vurduğunda kaşlarını kaldırıp omuzlarını silkti. Karşılarındaki apartmanın kapısı açıldığında içeriden çıkan erkekleri seyrettiler. Beyaz bir arabanın bagajını açmışlar, içlerinden market poşetlerini bölüşerek eve taşıyorlardı. Minel, iç geçirerek çocuğun hareketlerini izlerken bir elini yumruk yaparak sıkıyordu. “Çok güzel, değil mi Tamu?”

Kız, omzunun üzerinden arkadaşının baktığı yere baktığında haklı olmasına lanet etti. “Öyle” dedi “Çok güzel ama sen burada durup onu izlemeye devam edersen, asla senin olamayacak.”

“Üniversite son sınıfta Tamu, ne yapmamı bekliyorsun?”

“Gidip konuşabilirsin mesela gerizekalı!”

Minel “Ya bak benimle düzgün konuş! Yolarım saçını başını!”

Tamu, tek kaşını havaya kaldırıp “Senden büyük olduğumu biliyorsun değil mi?” diye sordu.

Minel “Siktir git kızım ya! Otuzundan sonra göreceğim ben seni! Bakalım o zaman da millete ben senden büyüğüm diyebilecek misin!” diye homurdandığında adamın binaya girmesiyle gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Islak yere oturup, üzerinin pislenmesine aldırış etmeyerek soluklandı. “Ağlamayacaksın değil mi?” diye soran Tamu’ya başını salladı. Elbette ağlayacaktı. Ama burada değil. Eve gidip, günlüğü ile buluşunca. Tamu, kolundan tutup onu kaldırdı. Sonra birlikte yürümeye başladılar. “Bu hallerini çok özlemişim Tamu. Neden domuzluk yapıyor ve çocuklara saldırıyorsun?” Kız, cevap vermedi. Kaşları istemsiz olarak çatılırken Minel yutkunup “İyi.” Dedi “Ne bok yersen ye! Ağzını burnunu bir güzel dağıtsınlar da rahatlarsın.”

Tamu “Sıkar!”

Minel “Hı hı, göreceğiz.”

**

“Ah!”

Kafasına yediği kar topu başını döndürmeye yetmişti. Son yarım saattir babasının hazırlamış olduğu, öldürücü kar toplarından kaçmaya çalışıyordu. “Anlamadım ki? Çocukluğunda seni böyle mi dövdüler, ne yaptılar.” Sola doğru koşarken bir yandan da söyleniyordu. Ateş Bey “Doğru konuş benimle.” Diye bağırarak peşinden gelirken Ezel “Şuan kendini aynada görsen altına ederdin, baba. Benden ne istiyorsun!” diye bağırdı.

Ateş Bey, tıslayarak gülerken Ezel imdat dileniyordu. Koca çiftliğin etrafında sesini duyan bir allahın kulu yoktu. Çalışanlar da zaten korkularından dışarı çıkmıyorlardı. Ezel, yüzüstü karların içine düştüğünde “Pes ediyorum” diyerek cebinden çıkarmış olduğu beyaz atleti havaya attı. Babasının gür kahkahasını duyduğunda dudakları keyifle kıvrılırken, esneyerek yattığı yerde sırt üzeri dönerek gerindi. “Çok yoruldum” dedi.

Babası da gelip yanına uzandı. Sessizdi. Gözlerini gri bulutlarla kaplı gökyüzüne dikmiş, kaşlarını çatarak seyrediyordu. Ezel, ona bakıp doğruldu. “Sana bir şey soracağım” dedi. Ateş Bey, tek kaşını havaya kaldırarak gülümsedi. “Konuşmaya başladığın ilk günden beri soruyorsun zaten” dediğinde “Haha, çok komik.” Diyerek kaşlarını çattı sonra “Bana hiç Ezel ismi dışında bir isim vermeyi düşündün mü?” diye sordu. Ateş Bey, sakin diyerek kendisini uyarırken içini çekip uzandığı yerden doğrularak oturdu. Bir isim gelmişti aklına. Ama vermeye korkmuştu. İsmin ağırlığından, içinde barındırdığı güçten ve bu güzel çocuğun taşıyamayacağından korkmuştu. “Hayır.” Dedi.

“Bir ara düşünsem mi diye düşünmüşümdür ama hayır. Hep Ezel olarak kalmanı istedim. İstedik.”

Ezel, gülümsedi. Babası ona “Her zaman bizim sonsuzluğumuz olarak kalacaksın.” Dediğinde “Annem bunu söylerken daha duygusal oluyordu” dedi. Gözleri dolmuş, genzi yanmaya başlamıştı. Ateş Bey, gülümsedi. Oğlunun başından tutarak onu kendisine çekti. Dişlerini etine sapladığında Ezel bağırmaya başladı. Hiç geçmeyen bir yarayı durduk yere kanatmak iyi gelmiyordu kendisine. Gülerek oğlunu kendisiyle birlikte ayağa kaldırdı. Üzerlerini çıkarmaya, karınlarını doyurmaya eve doğru yürümeye başladıklarında Ezel “Siteye gideceğim” dedi “Sen de gelsene.”

Ateş Bey, gülümsedi. Orada nefes alamıyordu. Bu yüzden başını sallayarak “Bakarız bir ara.” Dediğinde Ezel üstelemedi. Sonra aklına gelmiş gibi “Baba benim okul pantolonumun yine ağı patladı.” Dedi. Ateş Bey, duygusallığından sıyrılırken oğluna baktı. Kaşları çatık bir halde “Lan beş günde beş pantolon giyiyorsun. Ayda yirmi pantolon eder. Senesini sen hesapla. Ne var ulan senin bu bacağının arasında! Ne demek ağı patladı! Ne yapıyorsun doğru söyle” diye sorduğunda Ezel kaşlarını kaldırarak güldü “Dişliyse ben ne yapayım ya!” dedi kahkaha atmaya başladı. En son babasının kendisini eve kadar kovaladığını, ağzının içine mutfaktaki isotu dökeceğini söylediğini duyuyordu. Sonrası yoktu. Sonrası kahkaha. Sonrası çocukken olduğu gibi babasının yanında mutluluktu.

ARKADAŞKÇAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin