Bölüm 17

205 27 2
                                    

BÖLÜM 17

MENAF

Hem hasta oluşu hem de ayağına atılmış olan üç dikişin ardından aşina olduğu yerdeydi. Yine, yeni ve yeniden. Kolundaki serumun bitmesini beklemek işkencelerin en büyüğüydü ancak ağrı hissetmemesi ve o halsizlik durumunun olmaması güzeldi. Menaf, ağzının içinin kupkuru olmasından, gözlerinin cayır cayır yanmasından şikâyetçiydi. Tabi bir de topuğunda baş gösteren ağrıdan. Nedenini hatırladıkça uykulu bir halde gülümsüyordu. Kendisini bildi bileli hiç kavga eden, küfreden biri olmamıştı. Sakin bir kişiliği olmuştu her zaman. Sinirlendiği ya da kavgacı bir hale büründüğü anlar çok nadirdi. Menaf, hayatı gülümseyerek yaşamayı seviyordu. İnsanları kırmak, onlarla kavga etmek şöyle ya da böyle ondan uzak kavramlardı. Hayat, bunun için çok kısaydı ve o sadece hayatını yaşamak istiyordu. Tamu'nun neden böyle davrandığını artık biliyor olsa da yine de onun bu hallerine bir anlam veremiyordu. Kıskançlığın bu kadar kindar bir duygu olmaması gerekiyordu. Sonuçta sevginin kardeşiydi bir bakıma öyle değil mi? Öyleyse neden tanıdığını sandığı kız bu kadar değişmişti? En iyi ve de en yakın arkadaşıyken neden bir anda kendisine sırtını dönmüştü? Menaf, uykunun kollarına doğru sokulmadan önce gözünün önünde İnci'li rüyalar canlandı. O rüyaların içinde tanıdığı Tamu bildiği kızdı. Neşeli ve gülümsemesiyle Menaf'ın içini ısıtan kişiydi.

**

Koridorda aileler volta atarken Ateş Bey homurdanıyordu. Kısmış olduğu gözleriyle bir arkadaşına bakıyordu bir de önüne... "Kızının sopası eksik," derken durup Anıl Bey'e baktı. Ancak onun suratında yıllardır aşina oldukları o ifade vardı. Sakinlik. "O da yaralandı. Bence sopaya falan ihtiyacı yok."

Ateş Bey, homurdanarak önüne dönerken "Sizin gibi soğuk insanlardan o kız nasıl meydana geldi, inanamıyorum. Şeytanın vücut bulmuş hali." Dediğinde "Şeytan, Tamu'yu görse sanırım ona dil çıkarırdı beni bu çirkinle mi kıyaslıyorsunuz diye?" diyerek araya giren Doruk Bey, arkadaşlarının kendisine dönmeleriyle otuz iki dişini göstererek sırıttı. Yanaklarının kenarındaki çizgiler çok tatlıydı. "Ne var? Onlar daha çocuk, bence bir yerlerini kırmalarında bir sakınca yok." Derken Bade Hanım "Kalplerini kırmadıkları sürece" demesiyle üçü de ona dönüp baktı. Kadın hastaneye gelirken de geldikten sonra da ağlamıştı. Gözlerinin akı kıpkırmızı olmuş, burnunun ucu kızarmıştı. Ateş Bey onu öyle görmeye daha fazla dayanamayıp yanına gitti. Diziyle Doruk'a vurup, kalkmasını söylediğinde kısa bir süre atışsalar da en sonunda Ateş Bey, kardeşinin yanına oturup, bir kolunu ona doladı. Sanki Bade bu hareketi bekliyormuşçasına yanağını sıcacık göğsüne yaslarken içini çekerek ona sokuldu. Hemen karşılarında oturan Doruk ise kaşlarını çatıyordu. "Az önce bende yanında oturuyordum, Kızıl. Yaslanacak bir göğüs yanındaydı. Benim! Benim göğsüm!" dediğinde Anıl Bey gülerek onu susturdu. "Şuan da kıskançlık yapıyorsun." Derken Doruk "Evet! Yapıyorum! Kuduruyorum şuan bu sahneyi kabul edemiyorum! Etmiyorum." Dedi. Bade, onun bu tatlı sert hallerine burnunu çekerek gülerken Doruk boynunu bükerek ona göz kırptı. Ardından sustu ve beklemeye başladı.

*

EZEL

Kızın yanı başında oturmuş onu izliyordu. Sanki Tamu'yu böyle, gözlerini üzerinden ayırmadan izlerse onun hakkındaki gizemi çözebilirmiş gibi geliyordu. Cebindeki telefon hastaneye geldiklerinden beri bininci kez titrese de umursamadı. Şuan da İlayda'nın mesajlarına cevap veremeyecek kadar önemli bir şey yapıyordu. Tamu'nun alt dudağına atılmış olan dikişleri düşündükçe, bir iz kalıp kalmayacağını düşünüyordu. Kalır mıydı? Üç dikiş çokta mühim bir şey değildi ama dikişi atan doktorlar dudak dokusunun ince ve de hassas olduğunu söylemişlerdi. Ezel, ona baktıkça farkında olmadan daha da yaklaşıyordu. Gelecekte ne olacağına henüz karar vermemişti ama bu kadar meraklıyken bazen tıbbın kendisine daha yakın olduğunu hissediyordu. Kendi düşünceleri arasında konuşurken Tamu'nun gözlerini açmasıyla geri çekildi. Kız başını çevirip gözlerinin içine bakınca gülümsedi "İyi gözüküyorsun, Tamtam." Dedi. Tamu, birkaç kere gözlerini kapatıp açtı. Ağzının içini resmen hissetmiyordu. Diliyle dudağını yalamaya kalkıştığında dilinin ucuna gelen tat ve dokuyla neye uğradığını şaşırdı. Küçük bir yara bandı ve etrafına bulaşan dezenfektan tadı yüzünü buruşturmasına neden olurken "Üç dikiş atıldı," dedi Ezel parmaklarıyla göstererek "Bunu nasıl becerdin hala anlayabilmiş değilim." Omuzlarını silkerek doğruldu. "İyi misin?" diye sordu. Bir kolunu uzatıp kızın başının üzerini okşadı. Tamu, burnundan soluyarak "İyiyim." Deyip önüne döndü ve dirseklerinden yardım alarak doğrulmaya çalıştı.

ARKADAŞKÇAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin