Engebeli arazide kaybolmuş birkaç roman çok yorgun bir anda bayır tepe dolaşırken karşımıza çıksa ve rastgele açtığımız sayfada okuduğumuz ilk cümle birebir bizi anlatsa.. Bir hayli şaşırtıcı öyle değil mi? Oysa ki bunu her gün yaşıyoruz. Yani okuduğumuz yazıları yaşamıyoruz aslında; bilakis yaşadıklarımızı okuyoruz. Anılar çok güzel yön göstericidirler, okumayı bilene. Sırlar keşfedercesine defalarca okumak ve her seferinde yeni bir his canlandırmak kendimize biz oluşumuzu hatırlatırken ne de az şey yaşıyoruz ve geçmiş birikmiş.. Başka hedeflerin altında ezilirken hissettiğimiz ağır yük meğer bize ait değilken üstelik bunu çok yeni öğrenmişken hala hiçbir şey için geç değil. Resmi sanata çeviren güç emektir. Emeği sanata çeviren şey ise tüketilen zamanın özüdür. Nesiller pek çok şey söyler; ağaçlar kadimdir, okuyanlar cesurdur ve insan bir kez dünyaya gelir. Okumayı unuttuğumuz hislerimiz bizim ne olacağımızı seçerken pek çok şeyi karşımıza çıkarır adeta beni hatırla dercesine. Kaçış yoktur ve büsbütün yola koyuluruz artık burdayım diye. Aslında hep birlikteyizdir de çoğu zaman unuturuz ben kimim diye. Beklemek görgü sanatıdır üstelik üslup bedeni saran sıcaklıktır. Kimi mi beklemeliyiz? Beklettiğimiz her şeyi beklememeyi öğrenmeyi belki de...