That's You

18 10 4
                                    

Mark ve Lucia girdikleri anının ortamına alışmaya çalışırken Soul bozkıra kendi ekseni etrafında dönerek bakmış, gözleri küçük kulübeye bulunca durmuş ve ona doğru adımlamaya başlamıştı.

Mark ve Lucia da onu takip ediyor, etrafa şaşkın şaşkın bakıyordu.

Lucia Soul'un uzun uzun gözlerini ayırmadan baktığı yere bakmış, Mark'ı dirseği ile dürterek o tarafı göstermişti.

Mark gözlerini şaşkınlık ile kırpıştırmış ve heyecan ile konuşmuştu.

"Saraya mı giriyoruz. Çok heyecanlı."

Soul küçük bir kahkaha atıp arkasını döndü.

"Saraya değil, arkasındaki kulübeye gidiyoruz." dedi.

Mark daha da büyük bir şaşkınlık ile küçük kulübeye baktı. Soul onun hiçbir şey anlamadığını biliyordu. Lucia da onun Soul'un açıklama yapmayacağını bilip konuştu.

"Kayıp Prenses; başka bir deyişle kötü tılsımlar yapmak ile suçlanan, saraydan sürülen ancak şehirde yapılan bir denetlemede sarayın arkasındaki küçük kulübede bulunan ve idam cezası alıp öldürülen prenses. Tarih kitapları böyle yazar. Ama Kayıp Prenses denilmesinin sebebi çok ayrı birşey. Ona Kayıp Prenses deniliyor çünkü cesedi ortadan kaldırılmaya gelindiğinde ceset bırakılan yerde değildi, Prensesin boynundan akan kanlar da yoktu ortada. Sadece siyah bir saç teli vardı."

Lucia'nın söylediklerini dikkatle dinleyen Mark titreyerek kollarını sıvazlamaya başladı. 

"Çok korkutucu."

Lucia ona 'sen ciddi misin' der gibi bakışlar atıp olduğu yerde durdu.

"Başka bir insanın bedenine sahip bir melez ruh olarak mı söylüyorsun bunları?" dedi.

Mark da olduğu yerde durdu.

"Neden sürekli melez olduğumu söyleyip duruyorsun?" dedi.

"Anneni sevmiyorum." diye cevapladı Lucia.

"Üvey annen diye mi?"

"Annemin kuması diye." diye kısa ve net bir cevap verdi Lucia. Ardından önüne döndü. Ancak tam adım atacağı sırada başına saplanan ağrı ile olduğu yere yığıldı. Bir yandan başını tutuyor bir yandan da ayağa kalkmaya çalışıyordu.

"Soul! Neden böyle oldu?" diye bağırdı Mark.

Kendisine seslenilmesi ile daldığı yerden gözlerine ayıran Soul telaşla ikilinin yanına geldi. Lucia'ya sesleniyordu ama o sadece başını tutup bağırıyordu.

"Birazdan geçer, ben geldim diye oldu." dedi bir ses. Üçü de gözlerini sesin sahibine çevirdi.

"Dede?"

~~~~~

Christopher ses kayıt cihazını açıp yuvarlak masanın ortasına koydu. Uzun çabalar sonucunda karşısındaki kişi konuşmayı kabul etmişti.

"Eşinizin 2 yıl önce tuhaf bir şekilde çocuğunuzu unuttuğu doğru mu?" dedi.

Otuz yaşlarındaki adam yüzünde büyük bir hüzün ile "Evet." dedi.

Christopher tekrar sordu.

"Herhangi bir olaydan sonra mı yaşandı bu? Yoksa bir anda mı?"
"Oğlum ile ilgili tüm anılarını unutmadan iki gün önce ufak bir baygınlık geçirmişti." dedi adam.

"Başka ilginizi çeken birşey var mıydı? Tuhaf bir olay, bir cümle, bir bakış."

Adam biraz düşünmüş, daha sonra emin olamayarak konuşmuştu.

"Eşim bayılma olayından sonra iki gün boyunca sürekli oğlum ile zaman geçirmiş, onu öpmüş, ona sarılmış ve birkaç kez 'Keşke annen daha iyi biri olsaydı' demişti."

Christopher ses kayıt cihazını kapatarak ayağa kalktı.

"Herşey için teşekkür ederim. Bu bilgilerin çok büyük faydası olacak." dedi ve karşısındaki kişinin elini sıktı.

Tam ellerini ayırırken sabahtan beri aklında duran ve sormak için zaman aradığı soruyu sordu.

"Meraktan soruyorum, eşinizin şu hayatta en sevdiği şey nedir?"

Adam sanki bu sorunun cevabını hep aklında tutuyor gibi anında cevapladı.

"Oğlu. Onun bu hayattaki en değerlisi , en özeli , en sevdiği oğlu."

Christopher aldığı cevap ile hem rahatlamış hem de endişe duymuştu. Karşısındakine "İyi günler" dedi ve siyah mat arabasına yöneldi.

~~~~~

"Dede?"
"Merhaba saf, melez ve ikisi bile olamayan gariban insan torunum. Özlediniz mi beni?"

Mark ve Lucia dedelerinin boynuna atılmış, ona sıkıca sarılmışlardı. Soul oraya ait olmadığını biliyordu, bu yüzden sarılmamaya karar vermişti. Ama aklına gelen düşünce ile dayanamamış ve sarılmıştı.

Yakın zamanda sarılmak için onları bulamayacaksın bile...

İlk Mark ayrıldı sevgi yumağından. Sonra Lucia. Ama Soul ayrılamıyordu. Dedesi onun şuan ağladığını bildiği için sarılmayı kesmek istemedi. Kısa süre sonra Soul çekildi.

"Dede senin ne işin var burada? Ayrıca neden sen gelince Bayan Saf cezayı hissetti?" dedi Mark.
"Nasılsın diye sormak yok, yıllardır ortada yokum niye diye sormak yok. Torun diye neler getirmiş bana oğlum?" dedi yaşlı adam sitemle. Ardından Soul'a döndü. "Sözde seninle kan bağım yok, sen daha çok geliyorsun ziyaretime."

Mark tam ağzını açacaktı ki Lucia konuştu.

"Canım dedem, iyi olduğunu bildiğim için sormadım ve nerede olduğunu da biliyorum. Soul'un aldığı anılardasın. 'Ne?' diye sorma Mark. Dedem melez olduğu için onun da kalp taşı alınabilir. Ve alınması gerekti. Dedemin en sevdiği şey ise hayattı. Bu yüzden Soul ağlaya zırlaya aldı dedemin taşını. Ve sanırım dedem gelirken Soul biraz güçsüz kalmış olacak ki biz bir anlığına ceza salonuna gittik."

"Ağlamadım!" diye bağırdı Soul.

Lucia ona 'kesin öyledir' der gibi bakışlar attı Soul'a. Mark ise ellerini ağzına götürüp büyük şaşkınlık ile baktı dedesine.

"Hadi, izlemeniz gereken bir anı var. İzleyin ve gidin. Birazdan ceza süreniz dolacak." dedi dedeleri.

Başını sallayarak onu onayladı Soul.

Dördü kulübenin önüne gelip durdular ve etrafı izlemeye başladılar. Mark ve Lucia merakla, dedeleri pişmanlık ile ve Soul Özlem ile bakıyordu.

Sessizlik hakimiyet sürerken Soul konuştu.

"Kayıp Prensesin saraydan atılmasının sebepleri şunlardı; tılsım yapmayı bilmesi, fazla zeki olması, keçiden daha inatçı olması, kralın tek çocuğu olması ve komutan olmak istemesi. Prenses, kralın göz bebeğiydi. Ve aynı zamanda Prenses babası ve ülkesi için herşeyi yapardı."

Yaşlı adam gözlerini Soul'a çevirdi ve "Yaptı da zaten."dedi. Soul ise ona karşılık buruk bir gülümseme sunmuştu.

Ortamın sessizliğini biraz önce karşısına geçip bekledikleri kulübeden gelen sesler bozmuştu.

"Baba gördün değil mi? Ayaklarımı kullanarak bile tam kalbine attım oku. Eminim ordundaki askerler bile bunu yapamıyordur." diyordu arkası dönük adımlayan kız.

"Kendini övmek için mi çağırdın beni?" diye yapmacık bir şekilde konuştu karşısındaki kişi.

"Baba, hadi izin ver gireyim orduya." diye mızmızlandı genç kız.

"Majesteleri." diye düzeltti adam.

Ardından genç kız belindeki kamera takılı oklardan birini çekti. Ve yayını gerdi. Daha sonra soluna dönerek bozkırın ortasından geçen ceylanı vurdu. Oku hızla fırlattığı için yanağı hafif kesilmişti. Başını sakince hedefinden ayırıp diğer tarafa baktı.

"Hayır, hayır. Olamaz." dedi Mark.
"O sensin!"

SOULHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin