*3. bölüm

75.5K 1.9K 431
                                    

'Sevgi mi, nefret mi? Diye sorsalar; nefret derim çünkü onun sahtesi yoktur.'

- Anton LAVEY

Algılarım hep kopuk kopuktu, Hislerim bedenimi öfkeye teslim edecek kadar zayıf.

Riyâkâr bedenimin, ince parıltılı iliklerindeki seyahatim sonlanmayacak kadar karanlık yollara saptırılmışken nefretin ensesinde büyümeye karar kılmıştım. Zavallıların yaptığı bir icraat olmalıydı. Olmalıydı ki, zavallılarda günyüzüne erişebilsin. Hayat, nefretin nefer çığlıklarıyla hırpalanacak kadar soluksuz ve ürkek iken; insanlar gözlerinde iyiden iyiye büyüttükleri bu sızıyı düşman kılmışlardır. Günden güne körelmesi gerekirken büyüyen bu sıfat belki de bir gün deistlerin oyuncağı olacaktı. Hayatı köreltmeyi başarabilen bu yangın, çoğu kimsesiz çocuğun içini harap ve bitap düşüren esirgiyetin tenezzülüdür.

Nefret öyle bir lekedir ki, kaldırım taşlarının üzerinde seken toptan bile daha ağırdır. İstediğinde bir zarara teşebbüste bulunabilecekken, istemediğinde bir yetim sevindirebilir. İnsan kusursuz yaratılmış bir varlıktır. Nefreti de, aşkı da sonradan kazanır. Nefret, algıların en ağrı ve en vicdansızıdır. Kustuğu her bir zerreyi kendi içerisinde harmanlar ve cürretine müdaafa eder. Öfke, nefretin adeta bir tetikçisi gibidir. Hazır olduğunda etrafa saçılan nefret taneciklerini yoğunlaştırır. Nefret, öfke ve intikam bir araya gelerek Amerikanların bile hizmete sunamayacağı derecede kaliteli ve bir o kadar tehlikeye yol açan silahı oluşturur. Bu üç kavram öylesine güçlüdür ki, her ne kadar tepki alsa da ayakta kalabilmeyi başarabilmiş ve insanoğlunun içine sızabilmiştir. Nefret sahte bir dostluktan daha gerçekçidir. İstem dışı değildir, kandırmacaya göz yumacak kadar da cahil değil. İnsanın soluğunu kesip, boğazını düğümleyebilecek bir hazneye sahiptir, sahip ola ki yerle bir edebilsin.

Bugün bulunduğum şu nokta.. İçinde kaybolduğum birer Doğan ağa kurmacası ve dahilinde bana her 'çocuk' diye hitapta bulunduğunda içimde oluşan o yara...

Beni ezecek güçte birinin küçük karısı olmak düşüncesi.

Benden nefret eden bir adama bilmem kaç ay sonra 'kocam' diye hitap edecektim. Tenimi ürpertip, tüylerimi diken diken etmeyi başaran o sıfatı ben ona sesli bir şekilde uygulayacaktım. Peki kimdim ben? Babası tarafından satılmış bir yavrucak. Yine babası tarafından kendi hatasını örf bas etmek amaçlı kullanılan bir oyuncak.

"Beni sevmeni istemem senden merak etme, benim düşündüğümü düşünüp benim gibi benden nefret etmene sevindim. Çünkü en az bende senin benden nefret ettiğin kadar senden çok nefret ediyorum," dedim sesimdeki tını gittikçe ulaşamayacağım gemilere yelken açarken.

"Bana bak, çocuk! Duygu sömürüsünün zamanı değil. Seninle alışveriş yapmaya hiç meraklı değilim, al da çıkalım," dedi beni başından savıp kasaya yönelirken.

Bana yine ve yine çocuk demişti. Madem ben bir çocuktum, benimle neden evleniyordu ki? Onun beni sevmesini isteyemezdim. Bu imkansız olurdu, çünkü ben onu hiç sevmeyecektim. Zelal hanım 'en büyük aşklar nefretle başlar' demişti. Bu sözü söylediğinden beri duygularımın temelini bozup beni alt edebilen tek şey o sözü hatırlamak olmuştu. Her hatırladığımda düşünceler ve pekiştirmeler saatimi alırdı. Bu çok saçmaydı. Zelal hanımın sözüne kapak olacak bir hiddete sahip, 'zorla güzellik olmaz' sözü vardı birde hesaba katamadığımız.

"Beni takip et," dedi emir verici bir ses tonunu boğazına yerleştirip takınma çabasına girerken.

"Tamam," dedim ve onu usulca takip etmeye başladım. Az ilerideki spor mağazasına girip üzerine sportif bir şeyler bakmaya başladığında, gözlerim istemsiz bir şekilde kusursuz fiziğine kaymıştı. Normal Türk erkekleri yağ fıçısı vücutlarıyla Mardin geleneğine göre üzerlerine geçirdikleri beyaz atletlerle evin çatısında yatarken, acaba bu mükemmel fiziğiyle Doğan bunu yapmış olabilir miydi? Şahan ağa gibi bir babası varken bunu yapmış olma oranı %100'dü.

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin