*8. bölüm

45.4K 1.2K 155
                                    

'Hayatlarımızın değerini ölçebilmenin yolu başkalarının yaşamına değer vermekten geçer.'
-David Gale

Yaşadığım hayatı 3 kelime ile tanımlayacak olsaydım; öfke, baskı ve nefret derdim. Baskı, en nefret ettiğimdi çünkü yapmak istediğim herşeye engeldi. İnsanın kendisine hâkim olamayıp binlerce duyguyu aynı anda yaşaması, onu belki de en uç diyarlara sürükleyen bilinçsiz bir etmendi. İnsanlar tutsak altına aldıkları dünya görüşlerini bir tutam dedikoduyla harmanlayıp insanlığa sunarlardı. Duygu karmaşası denen şeyin tesiri altında kendine yuva kuran insanlar, âdeta bir felsefe yoksununun bozguna uğramasına yardım ve yataklık ederdi. Devrik hayaller ve karmaşık duygular birer doğru orantının eş değerliği ile semâya kavuşmuştur. Semâya kavuşan bu his demeçleri zamanla karmaşayı doğurmuş ve insanlığı zulümlercesine birer yağmur parçası olarak geri dönüş yapmıştır. Karmaşanın olmadığı uygar bir toplum, his demeçlerinin tesiri altına girmiş ve hissetmediği duyguları var saymıştır. İşte benim saf tabirimce bu his demeçlerinden aşk kavramı doğmuştur. Aşk, bir karmaşadır. Neyin ne olduğunu bilememekten öteye gidemez ve bedenini boğumlarcasına sıkıp sıkıp bırakır. Seni rahat bırakmaz ve mutlu olmanı asla istemez. Senin yaşadığın mutsuzlukların hepsi birer his demeçinin oyunudur. Bu oyunun adı da aşktır. Her ne kadar kabullenemesekte vücudumuzu boğumlayan bu kamçının adı aşıkların oyunudur.

Aşk kulağa hoş gelen bir yapıttır ve uğruna yazılmış milyon tane eser vardır. Yaşarsın, ağlarsın, üzülürsün, gülersin, acı çekersin.. Ve en önemliside en çok yaralayan şey olumsuzluklarının olumlularından daha fazla olmasıdır.

Kabul, çekiciydi. Farklı olması onu bana çeken ve çekmeye devam edecek en önemli sebepti. Sevmiyordum, hoşlanmıyordum, değer vermekten köşe bucak kaçıyordum. Sonunda saklanabildiğim tek yer yine de kalbim oluyordu ve ben buna engel olamıyordum. Kendime dahi açıklayamadığım bu sevimsiz duygu, tarifsiz bir yol adresinden farklı bir kasıt değildi. Kendime açıklamaktan korkuyordum ve her defasında kalbimin küçük odacıklarına sığınıyordum. Ona değer verdiğim an, oluşacak farklı hisler bütünlüğünden sakınıyor ve uzak durmaya çalışıyordum. Aramızda sekiz yaş vardı, hâliyle ağabeyim yaşında bir adam mahlası adı altında ismi geçiyordu. Bu nedenle onu sevmemeliydim, aramızda oluşacak her hangi bir duygusal bağıda reddetmeliydim. Nasıl olsa, küçük kız çocukları ağabeylerine âşık olmazlardı. Bu formül üzerinden izlenim gösterirsem, doğru sonuca ulaşabilirdim. İstediğim bir şey vardı, önüme amaç çizelgesi olarak sunduğum tek hedef.. Onu değiştirecektim ama asla ona aşık olmayacaktım. Biliyorum, zor olacaktı ve taraflar bedelini ağır ödeyecekti. Ama her ne olursa olsun sonucu kalıcı olduktan sonra geçiş yollarının hiçbir önemi yoktu.

Sonuçta başarıya giden her yol mübahtı. Gerekirse yastığının altına çikolata ve muz kabukları dolduracak yine de onu değiştirecektim. O Doğan Şaşmaz'dı, doğru. O Doğan Şaşmaz'sa bende Dila Yenilmez'dim. Ve ben kolay kolay asla yenilmezdim.

"Uyudun mu?" dedi soğuk tavrından taviz vermeyerek. Ses çıkarmasam uyudum sanırdı fakat şu an fazlasıyla derin düşünceler içerisinde hayat mücadelesi veriyordum. O kadar çok fazla şeyi bir arada düşünmüştüm ki; beynim allak bullak olmuş, sağ ve sol tarafı yer değiştirmişti. Sesi o kadar soğuktu ki, bilinçaltımda istenmedik kalıntılar bırakıyor ve geceleri ağrı olarak kafatasıma nüfuz ediyordu.

"Hayır, sen?" dedim kısık ses tonumu koruyarak. Az önce sorduğum "sen" sorusunun ne kadar saçma olduğunu düşünürken, bir yandan da biraz sonra duyacağım dalga sözcüklerini şimdiden sindirmeye koyulmuştum. Bu soruyu bana soran kişi, uyusaydı peki nasıl sorabilirdi?

"Cidden salaksın," dedi yukarıya doğrularak. Yani haklıydı, kusursuz değildim bende salaktım. Bu yüzden asla inkâr etme çabası içerisine girmeyecektim. Hata bendeydi, yanlışımı gözeten birinin yanında hata yapmaktan kaçınmalıydım.

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin