*4. bölüm

64K 1.7K 289
                                    

'Dibini görmediğin suya atlamadığın gibi, sonunu bilmediğin sevgiye teslim etme kendini.'

-Mevlana Celaleddin Rûmi

Şaşmam.. Ben bu hayatta hiçbir şeyden şaşmam. Hayat nasıl bir oyundu? İnsanlar nasıl oluyor da gocunma duygusuna benliğini ilave edebiliyordu? İki dudağının arasında tutması gereken sözleri hiç olmayacak bir durumda koyveren insanlar, tutuksuz seslerinin ihanetine kapılmış arzuları görmezden gelirler. Kimileri utangaçtır; benliğini nefretinin ensesinde taşır, kimileri vardır ki; halsiyetsiz birer parçadan ibaret olmuştur. İnsan dediğin kavram biraz ukâlâ, biraz sinsi, biraz da tatmin edicidir. Hiç bilmediğin bir ırka sahip olan insanlar farklı huyları benimsemişken, bildiğin ırktan insanlar biçimimsi huylarıyla seni dehşete kapıltabilir. İnandığım tek şey var ki, 'herkes biraz iyi ve herkes biraz kötüdür' betimlemesi.

Doğan, kendini yerlere göklere sığdıramayacak kadar haşmetli gören bir kişiliğin oluruna kapılmıştı. Herşeyin en mükemmeli ona aitti, herkes ona itaat etmeli ve o istediğinde herkes emrine amade olmalıydı. Bir Doğan şaşmaz felsefesinin en hassas noktasını yakalayan çocuk Dila olarak, şu an şu konumda içten içe kendimle gurur duyuyor ve kendime tebrikler yağdırıyordum. O asla yenilgiyi kabullenmeyen, onun olana katien el sürdürtmeyen, her şeyin en mükemmelinin kendi adı altında birleştiğini savunan egolu bir bamyaydı. Artık söylemem gerekliydi ki o Doğan Şaşmaz'dı. Ve sanırım artık sahip olduğu hassas noktasının adını birebir öğrenmiştim.

Yanılmak ve şaşmak!

Her insanın endişe duyduğu hassas bir noktası olabilirdi ve bu abartılması gerektiği anlamına gelmezdi. Doğan gibi abartılası felsefeye sahip insanlar, her daim kendilerini düşünürler ve toplum içerisinde mümkün mertebe zirvede kalmak isterler. Yaptıkları ve yapacakları en ufak hatadan kaçınır, başarılarıyla iftihar ederler. Bazen saklı bir kalpte, bazen gülümseyen bir çocuğun elindeki toz pembe pamuk şekerde bulurlar asıl olan şahsiyetlerini. Her insanın içinde az da olsa, bir tutam iyilik bulunur ve yeri- zamanı geldiğinde seyralmak için can atar. Sevgi, aşk ve hoşgörü zindana vurulmuş birer duygu parçasıdır. Tutukluluk, duygularımızın tümüne hâkim bir bomba haline geldiğinde duygu parçacıkları etrafa saçılmak adına çaba sarfetmeye başlar.

"Yeter! Daha fazla yememelisin," diye uyarıda bulundum Doğan'a karşı beni her ne kadar kaale almayacağını düşünsem de. Aslında yiyip yiyip ölmesi bana yarardı, sonuçta o ölürse böyle bir evlilik gerçekleşmezdi.

"Ne o? Pek bir endişelenmiş gördüm seni," diye laf çarpıtmaya başladı muzipçe gülerekten. Muzipçe gülmek doğasında vardı ve buna kimsenin engel olamayacağına kalıbımı basabilirdim.

"Ha?" diye soru sorar gibi bir ses ağzımdan çıkmayı başardığında söylediklerini duymamla ufak çaplı bir şok geçirmiştim. Yaptığım hareketlerle ve sarfettiğim sözler dolayısıyla onun adına endişelendiğimi varsayıyordu. Onun için endişelenmemiştim, bu dünyada yapabileceğim son şey bile değilken benden şüphe duymaya başlamıştı. Onun adına endişe duymam hiç etik olmazdı çünkü nihayetinde o benim kanlı bıçaklı olmasa da düşmanımdı ve bu asla değişmeyecek acı bir gerçekti.

"Laflarımın altında düz mantık arayacağına elindeki böreği yemeyi kes!" dedim tepkimi belli eden bir ses tonu atmosfere karışırken. Sözlerim o kadar kararlı ve uyarıcı tınılarla çıkmıştı ki, Doğan bile elindeki böreği yemeyi kesmiş ağzı açık bir biçimde bana bakıyordu. Anladığım kadarıyla evlendiğimizde(!) benim aşırı hâl ve tepkilerime karşı ağırbaşlı olacaktı.

"Sen az önce ne dedin?" dedi hayallerimi yerle bir eden bir ses tonuyla ve kaldığı yerden konuşmalarına devam etti.

"Sen az önce bana ne dedin aptal!"

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin