*40. bölüm

11K 394 61
                                    




"Dünyanın alt üst olmasından korkma, belki de altı üstünden daha iyidir."

İnsanlar, mutsuz olduklarında bunu anlatabilmek için birbirlerine sığınırlarmış. Ağlar, bağırır çağırır, kimi zaman sığındıkları kişiyi de ağlatırlarmış. Hep bir taraf güç gösterisi yapmaya çalışır ama aynı zamanda içinden içinden ağlar, öte yandan da hak edilen desteği iliklerde hissetmeye çalışırmış. Peki ya sığınabileceği tek kişiden darbe yiyenler ne yapmalıymış?

İşte bunu yazmamışlar. Bunun ne kadar tarifsiz bir acı olduğunu hiçbir kalemle, hiçbir satıra sığdıramamışlar. Zamanla bunu yazmak isteyen tüm kalemler kurumuş, sayfalarsa asırlara denk masal olup çağın dışında kalmış. Ama bu his günün birinde yarım kalmış. Zaten devam edemezmiş de, edebilmesi için suyun ateşe, ateşin suya kapılıp buhar olması şartmış. Edememiş de... Her şey başladığı nokta gibi küçücük bir yamaçla sınırlı kalmış. Nokta hep yerinde saymış, saydıkça çoğalmış. Önce ikiye sonra üçe tamamlanmış. Tamamlandıkça hiç bitmeyecek bir sona ulaşmış. Su ateşe, ateş suya yaklaşamadığı her saniye kıvranmış. Kıvrandıkça yok olmuş.

Bu öykünün sonu dolambaçlı bir yolmuş. Ama fark edeni asla yokmuş.

Yolun sonu koca koca kasalar dolusu yalanlarla dolmuş.

Gizlenen, onlarca yalanla doluymuş.

Merdivene oturmak...

Ben sadece merdivene oturdum, sadece bir merdivene ve o merdivende otururken kahroldum. Duyduklarım değil, bildiklerim hiç değil, olmayacağını sandıklarımdan kahroldum. Koca bir kahrın ta kendisi oldum.

"Bu nasıl rezalet!" diye bağırmaya başladı Zelal hanım.

Ellerimi kulaklarıma kapayarak koşmaya başladığımda, son birkaç aydır ilk kez karnımdaki bebeği düşünemiyordum. Belki de benim anne olmamam gerekiyordu ve bunu düşünmek bile karnımdakine yaptığım en büyük ihanetti. Arkamdan yakılan feryatlar, seslenişler ve bağırışlar yolumun önüne geçemese de yüzümdeki donukluğa donukluk katıyordu.

Hiçbir şey düşünemiyordum. Doğruluğundan emin bile olmadığım bir yol üzerinde sadece ve sadece ucu olmayan bir noktaya koşuyordum. Üstelik varacağımı bile bilmezken o yolun sonunun son olduğundan o kadar emindim ki, o sona yaklaşmak bile her şeyi gözümde bir anda silip atmaya yetiyordu.

Çalılıkları aşıp dikenli birçok yaprağın yüzüme çarpmasını bile umursamamışken şimdi önünde durduğum bu köprü ve bu köprünün aşağısı çok farklı bir hayatın başlangıcı olabilirdi. Kendimi öldürmeyecektim. Kendimi öldürürsem bu hissettiğim tarifsiz acının, boğazımı sıkmasına bir son vermiş olurdum. Eğer kendimi öldürürsem, içimi tırmalayan bu duygunun ölsem bile içimde beni tırmalayıp yok etmesine müsaade etmiş olurdum.

Altından suların köpürdeyerek aktığı koca taş köprünün üzerinde, kollarımı iki yana açarak biraz aşağıya eğildiğimde, rüzgar tüm saçlarımı havanın içine gömmüş, beni masumiyetine muhtaç olduğum küçük bir kız çocuğunun sinesinde toplamaya başlamıştı.

Arkadan kollarımın tutup çekilmesiyle içimi kemiren, boğazımı sıkan o tüm duyguların rüzgara karışıp bana veda etmesi aynı zamanda gerçekleştiğinde sıktığım tüm gözyaşlarımı bıraktım.

Arkama dönmeye cesaret bile edemezken beni sarıp sarmalayan kollar, konuşmaya başladığında söyleyebildiği tek şey, "Söyleyecektim." oldu.

"Sana yemin ediyorum ki, söyleyecektim Dila!"

"Ben gerçekten yeni öğrendim, yemin ediyorum yeni öğrendim güzelim, yemin ediyorum. Kaç gündür etkisinden çıkamadığım şoklar bundan, susma sebeplerim, keyifsizliklerim hepsi bundan! Yemin ediyorum ki yeni öğrendim Dila." Kafamı olumsuz anlamda sallarken sözlerine karşılık dönüp yüzüne bakmaya en ufak takatim yoktu.

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin