*57. bölüm

6.3K 221 14
                                    

Bir çocuğun yüreğine selam vermek, belki de bugüne kadar yaptığım en iyi işti. Selamımı kabul edip geri dönüşü ise, devam edecek bir kadimlikte dostluğun temeli olmuştu. Şimdi karşımda, o dostluğun büyümüş halinin dudaklarından dökülen sözleri dinliyordum; bana şefkatle bakıyor, diliyle yüreğimin tüm odalarına merhem serpiyordu. O benim oğlumdu. Belki hiç doğurmamıştım, nasıl bir acıyla dünyaya ulaştığına hiç şahit olmamıştım. Belli ki zor günlerden de geçip gelmişti, ben hiç birinde yanında olamamıştım. Ama onun, yüzüme minnetle bakan gözleri bugüne kadar ona yapmış olduğum tırnak ucu kadar bir değeri bile pahaçilemez iyi kilerle süslüyordu.

"İyi ki," dedim sessizce gözyaşlarım arasında. Süzülen gözyaşlarımı hızlıca silip ayağa kalktım. "İyi ki benim oğlumsun." Sözlerime sessizce devam ederken diğer yandan merdivenlerin arasındaki holü aşarak Orkun'a ulaşmaya çalışıyordum. Aynı şekilde o da bana doğru adım atmaya başladığında tüm gözler bizim üzerimizdeydi, emindim. Ama bulunduğun ortam ne kadar kalabalık olursa olsun soyutlanabildiğin an koca salonda sadece iki kişi kadar kalırdın, yüreğinde bir kenara soyutladıkların gibi. 

Ben Doğan'ı, Orkun'u, annemi, bebeğimi yaşamalarına veya yaşamamalarına bakmaksızın yüreğimin en derin yerlerinde diğer yerlerden soyutlamıştım. Belki hiçbir zaman gerçek bir aile olabilmeyi hiçbiriyle becerememiştim ama yüreğimde yaşattığım sürece onlar için yüreğim bir ev, damarlarımda dolaşan kan ise onların toprağını yeşerten yağmur olarak kalacaktı. Ha yaşar, ha ölüdür işte bu yüzden bir önemi yoktu. Sen kalbinde yaşatmak istediğin sürece kimse toprak oldu diye ölmezdi, sadece gözlerden ırak kalıp gönüle yakın yaşardı. 

Orkun'a sarıldığım an, her zaman hissettiğim o annelik şefkatinin sıcaklığına alkışlar eşlik etmişti bu kez. Gözyaşlarım arasında ona bakıp, "Sen," dedim. Kafasını salladı bilmez bir tavırla. "Sen mükemmel bir insan olacaksın çocuğum." Tekrar sarılmaya devam ettik, ama bunun bir önemi yoktu çünkü eğer bir anneyseniz, ruhunuz her an mesafe tanımaksızın evladınıza sarılı gezerdi. Bizim de Orkun ile birbirimizi bulma hikayemizin en dehşet dakikası buydu, artık taçlanmıştık. 

*

Kapının çalmasıyla uyuklayan halimden eser kalmamıştı. Saat öğleden sonra 14:03'tü, dolayısıyla bu saatlerde kapımızı çalabilecek pek biri olduğu söylenemezdi. Herkes odasına inzivaya çekilmişken, özellikle de Doğan'ın uyuduğu bu saatlerde kapının çalmasını olağanüstü karşılamam fazlasıyla normaldi. Kapıdakini bekletmemem gerektiğini anladığımda koşar adımlarla ilerleyerek sormadan kapıyı açtım. Asla beklemediğim bu manzara karşısında olabildiğince şaşkındım. 

En az ben kadar şaşkın olan onlara da, "Hoş geldiniz," dedim. Sanırım biraz kekelemiştim, ama onların da yüzündeki ifadeden beni burada görmeyi beklemedikleri açıkça anlaşılıyordu.

"Dila," dedi Bartın. Seren'in şaşkınlığı hala devam ederken sıyrılıp tek konuşan Bartın olmuştu.

"Bartın," dedim karşılık vererek. 

"İçeriye girelim," dedi sessizliğini bozarak Göktan.

"Tabii, buyurun." dedim. Seren, Göktan ve Bartın bakışlarını bir süre benden ayıramasalar da düşünür tavırlarını takınmaya devam ederek içeri girdiler. 

Koltuklara yerleştiklerinde, "Ne içersiniz, aç mısınız, size hemen yemek hazırlayayım." dedim. Kafalarını olumsuz manada salladıklarında, geçerek kenara oturdum. 

"Seni burada görmeyi beklemiyorduk," dedi Seren. 

"Bayağıdır buradayım," dedim. Birbirlerine sergiledikleri şaşkın ve hoşnut olmaz bakışlar, dikkatimden kaçmamıştı. Muhtemelen burada oluşumu yadırgamışlardı ve beraberinde yanlış bir durummuş gibi görüyorlardı. Birkaç dakika daha birbirleri arasındaki bakışmalar devam ettiğinde ayağa kalktım.

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin