*29. bölüm

13K 421 152
                                    

"Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun, yollar onun üzerinden geçer."

Bedenimi bir top yapıp da sakladığım dolap köşesinde nefessiz kalmış bir vaziyette bekliyordum. Fakat beklediğim şey ne dolabın açılma arefesi, ne de duyumsamak isteğiyle dolup taştığım bir ses tınısıydı.

Çırpınmıyordum, yalnızca bekliyordum. Kendi sesimi duyduğumu zannettiğim her an biraz daha içeri çekilmek için dolaba yaslanıyordum. Zamanla yaslandığım şeyin bir dolap olmadığını öğrendim ve nefesim bedenimden ayrıldı.

Şimdi nefesi olmayan bir insan olarak hayatıma kaldığım yerden devam ediyordum.

Ne sorguluyordum, ne de anlam vermem gereken şeylere anlam verebiliyordum. Her seferinde bakmaktan ötesine geçemiyordum. Kalıp gibi tutunduğum ve içinde kurumaya yüz tuttuğum bu girdap artık bir dolap değil, bambaşka bir şeydi.

Beni artık korumuyor, aksine korkutuyordu.

Tomurcuklanma ile üreyen canlılarda ana canlının karnında bir çıkıntı oluşur. Zamanla bu çıkıntı büyür ve ana canlıdan ayrılma evresine girer. Şayet ana canlı buna izin vermez ve oluşan çıkıntı ana canlıya sabit kalırsa hiç ayrılmazlar bir ömür boyu koloni halinde birlikte yaşarlardı. Fakat bir de çıkıntının ana canlıdan ayrılma durumu vardı. Eğer ayrılırsa bir hayat boyu bağımsız bir medüz olarak yaşamaya devam ederdi.

İşte benim hayat hikâyem de bunun ta kendisiydi. Bağlı kalmam gereken bir canlı ve özgürlüğe kapanmış bir kapım vardı.

Her şey bu kadardı.

Birbirini kovalayan akrep ve yelkovan saatler sonra tek bir noktada çakıştığında, silkelendim ve televizyonun yere düşen kumandasını alıp oluşan ses bocasına bir son verdim.

Kalkıp mutfağa gittiğimde ise beni karşılayan manzara karşısında bir iki adım atmakla yetindim. Dahası yoktu. Çünkü siz güneşe bir adım fazla yaklaştığınızda kül olur, bir adım geri çekildiğinizde ise donarak yaşamınızı kaybederdiniz. Benimki de o misaldi; Doğan'a karşı atabileceğim tek bir fazladan adım, onun yörüngesinde kül olmama sebep olacaktı.

Elindeki kavanozu açamadığını fark edince biraz daha yaklaştım, kül olacağımı bile bile onun yörüngesine kaçıncı kez girişimdi bilmiyordum ama her seferinde bunu yapmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Kavanozu sımsıkı kavramıştı ve çeksem bile avuçlayamıyordum. "Bırak, yardım edeyim," dediğimde kavanozu tezgahın üzerine koyup mutfağı terk etti. İşte bu kadar garipti; hiç yapmadığım bir şey işe yargılanıyor fakat sesimi çıkaramıyordum. Aptal olmamın verdiği mutluluk artık koca bir eziyete dönüşmüş ve hayatımı kökünden değiştirmişti.

Belki, dedim. Belki aptal olmasaydım bunların hiçbiri olmazdı.

Geceleri çığlık çığlığa susmak zorunda kalmazdım.

Salona yürümeye başladığımda, "Nereye gidiyorsun?" Diye sordum elindeki araba anahtarını görmemle.

"Seni ilgilendirmez," diye cevap verdiğinde, "Akşam Seren ve Bartın'ın nişan merasimi var Doğan. Kendim için değil, sadece kardeşin için istiyorum. Bu akşam biz tarafından bir pürüz çıkmasın," diyerek yerine sinmesini sağladım.

"Bak ufaklık bu da beni ilgilendirmez." Hızlı adımlarla kapıya yöneldiği sırada bağırdım.

"O senin kardeşin! Bir geceliğine şu serseri tavırlarından vazgeç ve insan ol!" Bu sefer sesim diğer durumlara nazaran daha sert ve kaba çıkmış, yüzünü benden tarafa dönmesini sağlamıştı. Sanırım başarmıştım.

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin