*50. bölüm

7.8K 313 93
                                    

7 yıl Sonra

Hayat, bize hep yeni şanslar sunardı, bazı şeyleri geride bırakıp dosdoğru bir düzen kurmamız için. Söylemesi çok basit olsa da yepyeni sayfalar açıp geleceğimizi tekrar, tekrar ve tekrar, en baştan, yeniden inşa edebilmemiz için. Bizler, ya o şansı değerlendirir, içinde bulunduğumuz çorak yaşayıştan sıyrılıp yeni başlangıçlara atılabilirdik, ya da fırsatı her seferinde uğurlayarak mahkum olduğumuz hayatta belli kalıplardaki yaşayışın arasına sıkışık kalabilirdik. Doğru olanın hangisi olduğu, bizlerin hayatlarındaki problemlere ve diğer unsurlara bağlıydı. Ama ne olursa olsun, yaşadım diyebilmenin önemine varmak için önce fırsatları değerlendirmek gerekiyordu.

Ben bir kadın olarak hayatın binbir türlü yüzünü görüp yakından tanımış ama mutluluğu uzaklarda, zamanında kendinde aradığım insanlardan çok uzakta bulmuştum. Önce ailemden şiddet görüp günlerce odama kapatılmış, sadece okuduğum kitap sayfalarında tanıdığım insanlarla sınırlı kalmıştım. Sonra sokağa çıktığımda gerçek dışı insanları tanıdığım an, asıl gerçekliğin insan adına kitap karakterlerinden var olduğuna kanaat getirmiştim.

Ama bir gün bir adam tanımıştım ki, uğruna verdiğim her mücadele aradan yıllar geçmiş bile olsa bedenimde bir iz olarak kalmıştı. Onunla birlikte kızıp öfkeyi, sevip aşık olmayı, üzülüp ağlamayı, sinirlenip kıskanmayı ve özleyip beklemeyi gibi birçok duyguyu tatmıştım. Ama bana tüm bu duyguları yaşatan adam, günün birinde bebeğimin düşmesine katkıda bulunmuştu. Üstelik o bebek ikimizindi. Aradan yıllar geçti, biyolojik olarak anne olmadım. Ama eğer olsaydım, aklımdan her defasında, 'ya o doğsaydı, kim bilir nasıl olurdu, kime benzerdi, sesi nasıl olurdu, çok ağlar mıydı, beni sever miydi' en kötüsü de 'bana nasıl anne derdi' sorusu geçecekti.

Ben bebeğimi doğuramadım, ona gerçek anlamda layık olsaydım belki de doğabilirdi ama babasından bile olsa onu koruyacağıma söz verdiğim bebeğimi koruyamadım. Doğan ve benim bir bebeğim somut olarak hiçbir zaman olmadı, ama bebeğimizin bir ruhu vardı. Ve ben hep inandım: yeryüzünde ikimizden bir parça ömrümüzün sonuna kadar gezecek. Belki onu kimse somut olarak görmeyecek ama o hep gezmeye devam edecek.

Geçen seneler beni önce Doğan'la boşanıp Almanya'ya yerleşmeye, sonra iyi bir avukat olmaya, en son ise annemin kaybıyla aniden sarsılmaya sürüklemişti. Annemi kaybedeli neredeyse iki yıl olmuştu, acısı daha dün gibi tazeyken hatırladıkça gözlerimi dolduran bu anı kalbime mıh gibi kazınmıştı. İyi ki de kazınmıştı ki, onun verdiği cesaretle mesleğime ve en çok da hayata daha fazla sarılıp ayakta durabilmiştim.

Doğan'dan aldığım en son habere göre, yaklaşık 5-6 yıl önce bir bebeği dünyaya gelmişti, ben buraya yerleştikten hemen sonraya tekabül ediyordu. Herkesin hayatı oluruna bir çizgi üzerinde seyir gösterirken, mesleğime sarılmak da bana iyi gelmişti ki Almanya'da hemen hemen herkes tarafından saygıyla anılan bir avukat olma yolunda ilerleyebilmiştim.

Aklımdan geçenleri teker teker her gün ve her an defterime yazıyor, ardından kaldırıp büromdaki masamın çekmecesine kilitleyerek kaldırıyordum. Yine bu rutini uyguladığım günlerden biriydi ki, bunun esas anlamı Doğan'ı ve geçmişimde az bile olsa güzel geçen günlerimi özlüyor oluşumdu. Her şeye rağmen Zelal anneyi, bebeğimi, ona kurduğum odasını, Orkun'u... özlüyordum.

Defteri çekmeceye yerleştirdiğim sırada Ashley kapıyı tıklatarak içeri girdi. "Dila! Sana Türkiye'den bir mektup gelmiş, bu çok heyecan verici olmalı! Lütfen aç, ben de duymak istiyorum!"

Fazlasıyla meraklı ama bir o kadar da alçak gönüllü ve güzel olan Ashley, kısa sürede yakın arkadaşım olup bu hayatı kurmamda bana en çok destek olan Henry'nin eski eşinden olan kızıydı. Henry, Ashley ve ben aynı evde kalıyorduk, yanı sıra bu hukuk bürosunun ortaklarından biri de Henry idi.

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin