*47. bölüm

7.4K 283 25
                                    

O sabah uyandığımda, hayatımın kökünden değişeceği asla aklıma gelmezdi. Aklıma gelmemiş olan bu şeyin şokla karışık acısını atlatmam da uzun bir zaman alacaktı. Bugün Nezire teyzenin lokantasında işe başlamıştım. Okuldan arta kalan zamanlarda Nezire teyzeye destek olabilmek için burada çalışıyor, bir yandan da akıl odağımı dağıtmak için çabalıyordum. Yusuf da burada Nezire teyzeye yardım ediyor, kazandığı paralarla evin geçimine katkı sağlıyordu. Taksi işi onu oldukça yormuş olacak ki, bunu Nezire teyze fark etmiş ve ona burada bizimle çalışmasını teklif etmişti. Bugün her ikimizin de ilk iş günüydü. Geçen günkü travmatik olayın etkisini atlatmam bir hayli yorucu olmasına rağmen o gün sergilediğim davranıştan ötürü Yusuf'a bir özür borçlu olduğumu biliyordum.

Yusuf kasanın başında otururken sabahın erken saatleri olması sebebiyle müşterisizlikten yararlandım ve giderek yanına oturdum. Her zaman olduğu gibi göz teması kurmuyor ve bir şeyle ilgilenirmiş gibi davranıyordu. Ama aslında hiçbir gerçekçi işle ilgilenmediğinin farkındaydım, sadece benimle muhattap olmamak için doluymuş gibi gözükmeye çalışıyordu.

"Ben dolaylı yoldan eşimin sebep vermesiyle bebeğimi düşürdüm, öyle çok da küçük değildi." Dolan gözlerimi ceketimin koluna sildim.

"Eşim yani Doğan annesinin ölümünden sonra çok sarsılmıştı. Odasından çıkmazken ona yemek götürdüm. Yemek tepsisini fırlattı ve tabak kırıldı." İç geçirdim.

"Ve cam ayağıma yapıştı. Merdivende bunu fark ettim, almak için eğildiğimdeyse hem bebeğimi hem de sahip olduğum her şeyi o merdivenlerden yuvarlanarak kaybettim." Dönüp bana bakmıştı. Tam da gözüme acır bir ifadeyle bakıyordu.

"Bakma öyle, acır gibi. Çünkü bunların hiçbiri geçen gün seni eşime karşı yalan söylerken kullanmama gerekçe değil, biliyorum." Ona her şeyi anlatmak istiyordum. Benden tarafa dönmesi de cesaret almamı sağlamıştı.

"Eşimin babasının büyük sırrını yazdığı bir defterde öğrendim. Aslında Doğan'ın babası o değilmiş, aslında Şahan ağa Doğan'ın dayısıymış. Seneler önce Şahan ağa Doğan'ın annesini, yani kardeşini öldürtmüş. Doğan'ı da kendi oğlu gibi büyütmek zorunda kalmış. O defterde de her şeyi yazmış, okuduğumu öğrendiğinde Doğan'ı terk etmemi söyledi. Aksi halde annemi öldürecekti." Yutkundum.

"Yani senden özür dilerim Yusuf, ona karşı o oyunu oynamak zorundaydım." Konuşmak ister gibi dudakları kıpırdadı.

"Yardıma ihtiyacın olduğu her an çekinmeden söyle, böyle abuk subuk oyunlara girişmene gerek yok." Tam teşekkür edecekken Nezire teyze hızla içeri girdi. Yüzündeki telaş ve elinde salladığı zarfla oldukça ürkütücü bir görünüm sergiliyordu. Oturduğum sandalyeden kalkıp önlüğümü kenara bıraktığımda, gözlerindeki dolulukla karşı karşıya kaldım.

"Ne bu halin?" Diye sordum. Aynı şekilde Yusuf da benimle birlikte Nezire teyzenin yanına gelmişti.

"Noldu Nezire abla?" Nezire teyze art arda yutkunarak kendini nefes almaya zorladı. Ardından taşıdığı zarfı titrek elleriyle bana uzattı. Önce Yusuf'a baktım; kafasıyla onaylar tarzı bir işaret yaptığında korkarak zarfı elinden aldım. Zarfın içinden çıkan şey bir davetiyeydi. Sadece bir davetiye değil, ruhumun ölüm fermanını içeren her şeydi.

Dakikalar boyu davetiyenin üzerindeki isimleri okudum durdum, ama her seferinde hissettiğim acının iki katına çıkmasından başka bir şey elde edemedim. İçimdeki can diye taşıdığım şey yandı durdu, üzerine su serpecek cesareti kendimde bulamadım. Doğan evleniyordu. Yarın akşam evleniyordu.

Henüz boşanmadığımız için muhtemelen resmi nikah olmayacaktı, onun yerine imam nikahıyla tabiri caizse üzerime kuma getiriyordu. Bu kadar erken olmamalıydı, her şeyin üzerinden sadece birkaç gün geçmişken evleniyor olamazdı. Davetiyeyi kenara fırlattığım sıra Yusuf eğilip eline aldı. Askılıktan ceketimi almak için yönelmiştim ama Yusuf'un bağırma sesiyle durdum.

"Dila!" Sesindeki yükseklik yüzüme tokat gibi çarparken elimdeki ceket parmaklarım arasından kayıp düştü. Düşen ceketimle birlikte ben de kendimi serbest bırakıp yere oturmuştum. Gözyaşlarım bir daha asla durmamacasına akıp giderken Yusuf ve Nezire teyze de çömelerek yanıma oturdu.

"Seni bu kadar kolay alaşağı edemeyecekler çünkü bundan sonra hepimiz senin yanındayız. Toparlanma vakti Dila, bırak evleniyorsa evlensin. Bu ondan soğuman için çok büyük bir sebep." Yusuf, destek olmak istercesine sarf ettiği cümleler arasında bir kelime söylemişti: yanındayız. Gerçekten yanımda olurlar mıydı, tüm bunları atlatabilir miydim bilmiyordum. Ama benim de bildiğim bir şey vardı: bana yapılan her şeyin hesabını günü gelince teker teker vereceklerdi.

"Sen akıllı kızsın Dila, bırak ne yaparlarsa yapsınlar. Metin olacaksın kuzum, kendine mukayyet olacaksın. Herkes senin yanındayken kimseye arkanı dönmeyeceksin, zamanla hepimizi kabulleneceksin. Acılar ancak böyle birbirimizden destek aldığımızda diner." Yaşlı gözlerimle Nezire teyzeye baktım, ona sarılmak istiyordum fakat sarıldığım herkesi kaybettiğim gibi onu da kaybetmekten korkuyordum. Sadece kafamı salladım ve gözlerimden akan son birkaç damla yaşı da sildim. Eve gitmek, yalnız kalmak hatta bir süre kimseyi görmeden yaşamak istiyordum.

Doğan evleniyordu. Hepsinden daha acısı birkaç gün önce burada, benden medet umarken bugün davetiyesini ellerimde tutuyordum. Ayakta kalmak git gide daha da zorlaşıyordu, direttiğim her an beni güce bağlayan iplerin teker teker koptuğunu hissediyordum. Ne olacağını sanmıştım ki! Zamanla o ipler olmadan yaşayamaz hale gelecektim zaten. Ve belki de iplerim hiç olmamıştı ki, ben onları kurmaca bir dünyada hep var saymıştım. Bu içine düştüğüm boşluk da, hiçbir zaman beni güce bağlayan iplerin varlığının, somutlukta karşılık bulmamış olmasıydı.

Ayrıca ne bekliyordum! Ömrü boyunca ona asla geri dönmeyecek birinin hayaliyle mi yaşasaydı? Beni bekleyerek geçireceği boş zamanları adayacak birini bulmuş olmalıydı. Ama nasıl! Nasıl ve neden bu kadar çabuk? Beni yaralayan da buydu ya işte! Kalbimin parçalanıp ağzımdan fışkırması, kafamdaki düşüncelerin yanında hiçbir şeydi. Çünkü benden henüz boşanmış bile sayılmazdı. Resmi anlamda hala onun adından, soyadından bir parça taşırken bu yaptığı çok aceleciydi. Bu acelenin beraberinde getirdiği rüzgar, tozunu da suratıma vurmuştu. Bu tozlar altında birçok kez kalsam da bu en zor olanıydı. Bitmeyen çilenin bastırılmış hallerini eminim ki her gün biraz daha az veya biraz daha fazla yaşayacaktım.

"Ben biraz yalnız kalayım." Dediğimde Nezire teyze anahtarı uzattı. Tereddüt etmeksizin anahtarı aldım ve dükkandan çıktım. Uyursam geçer adlı şehir efsanesine sığınmak, bir şeylerden birkaç saatliğine bile olsa kurtulmak istiyordum. Doğan evleniyordu, Doğan benden başkasıyla yeni bir hayat kuruyordu. Ben onun bebeğini, bizim bebeğimizi kaybedeli sayılı günler olmuşken o her şeyi nasıl geride bırakabilmişti!

Sokak boyunca sadece bunları düşünerek sonunda eve ulaşmış ve kapıyı açarak içeri girmiştim. Bitki çayı hazırlayıp biraz dinlenmekte fayda olduğunu düşünerek mutfağa girmiştim ki telefonum çaldı.

Bennu, sınıftan arkadaşımdı lakin kendisiyle telefonlaşacak kadar samimi değildik, yalnızca hocaların bize ulaştırmasını istediği belgeleri mesaj olarak bize atardı.

"Alo?" Dedim. Bennu'nun telaşlı sesinden dediklerini pek çözemiyordum.

"Dila, öğleden sonra okulda Doğan'ı gördüm. Mehmet Akif hocanın odasındaydı ve derslerle alakalı bir şeyler konuşuyor gibiydiler. Anlam veremeyip çıktım ama asıl nedenini az önce öğrendim." Doğan'ın herkesle alakası bulunduğu için söylediklerine şaşırmamıştım.

"Doğan bizim okulda, hatta bizim bölümde Mehmet Akif hocanın yerine bir süre iktisat derslerine hoca olarak girecekmiş Dila."

Bölüm gecikti farkındayım. Üniversite

VEFA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin