Geçmişte bir zaman...
İşaretler nereyi gösterirse göstersin, bazen seçtiğiniz yol size ait olmuyordu. Adımlarınız sizin adımlarınız olsa dahi, varlığınız eski bir mürekkeple siliniyor, başarılarınız başkasının gölgesi haline geliyordu. Başarı, her zaman büyük bir şey de değildi. Başarı bazen duygulardı. Başarı bazen yüklendiğin omuzlardı.
Cayır cayır yaktığın duygulardı başarı. Karanlık gecelerde gündüzü görebilmekti başarı. Ağlamaktan nefes alamadığında, ciğerlerine nefesini çekip gülebilmekti. Nefes alamasan bile nefes alıyormuş gibi göstermekti. Başarı biraz da düşmekti. Dizlerine başkasının üflemesini istesen bile, kendin üfleyebilmendi.
Başarı bazen sabaha çıkmaktı.
Bazen yaşamaktı.
Bazen için içinden çıkana dek ağlamak istemek, ama suratına perde çekebilmekti.
''Susmasana!''
Kafamı kaldırdım. Yeşil gözleri öyle güzeldi ki, babam bile anlatırken annemin gözlerinin içinde alabora olurdu. Gözler insanın aynası derler. Bu yüzden sözlerin kaybolup yitirildiği noktada gözlerde umut aranırdı. Bazen gözler, sözlerden daha etkili bir konuşmaydı. Ama herkes dinlemez, anlamazdı.
Tıpkı onun beni dinlemediği gibi.
''Ne söylememi istiyorsun ki?''
Ellerini saçlarına götürdü. Öyle sinirliydi ki bir an ellerinin saçlarına gitme sebebinin yolmak olmasından korkmuştum. ''Ben sana ne yaptım? Ne yaptım da böylesin?'' Gözlerim avuçlarımın içindeki günlük gibi kullandığım defterime kaydı.
Bana ne yaptığını değil de, ne yapmadığını bir defter sebep sunabilirdim.
Gözlerim defterimden ayrılmazken ''Hiçbir şey.'' diye cevapladım. Köşeleri hafif yıpranmış, yağmurda dışarıda unuttuğum için ıslanan sayfaları kabarmıştı. Yine de onun bu halini daha çok seviyordum. Eski bir görünüm veriyordu.
''Neden böylesin o zaman, neden Mehir?''
Nasıldım ki? Ne yapmıştım ki?
''Sen eskiden böyle değildin, cıvıl cıvıldın. Ne değişti?'' Sadece rol yapmayı bırakmıştım. Gülmek istemiyorsam, gülmüyordum. Ama sanki duyguların yan etkisi varmış gibi, ağlamak istesem de ağlayamıyordum. ''Şimdi duygusuz, kalpsizin teki oldun. Biz sana ne yaptık? Ne yaşadın da seni bu hale getirdi kızım!''
Birini incitmek istediğiniz zaman, ona her şeyi yapın. Hak etmediği bir sürü cümle savurun dudaklarınızdan. Sonra dönün arkanızı, üç adım gidin. Yirmi yedi adım gidin. Arkanıza geri döndüğünüzde ise hiçbir şey olmamış gibi davranın. Sonra geçin karşısına. Yeni yapılmış bir binanın çatlaklarını sayın, yıkılışını seyredin.
Sustum. Cevap vermedim. Cevap vermeyeceğimi biliyordu. Yine de bu onu deli ediyordu. Bu sefer bağırmadı. Onunda gücü tükenmişti. Elleri iki yanına düşerken gözleri artık pes etmenin verdiği bayrağı sarkıtıyordu. Ciğerlerini koca bir nefesle doldurdu. Gözlerimi tekrar defterime indirdiğimde annem arkasını döndü. Yavaşça kapıyı açtı, dışarı çıkarken kapıyı tamamen kapatmıştı.
Kapıyı neden tamamen kapatmıştı? Bu dönmeyeceğim bir daha demek miydi yoksa beni kendi içimde tekrar yalnız bırak için miydi? Kapıyı tam kapatmamalıydı. Benim dilimde bunun ağır anlamları vardı.
Yataktan ayaklarımı sarkıtarak inip odanın göz yoran ışığını kapattım. Etraf tamamen kararmasa da, benim şu an gördüğüm zifiri karanlıktı. Hiçbir şey göremesem bile odamı ezbere bildiğimden adımlarımı masama doğru atmaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Science FictionYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...