Benim en korkunç zamanlarım,
Susmadığım, bağırmaktan boğazımın ağrıdığı, göz pınarlarımdan süzülen ateşin dumanından önümü göremediğim ve pençlerimi önce kendime batırdığım zamanlar.
Ben kendime, ben de yeni bir dünya kurdum. Geniş sokaklarının olduğu, hep gecenin yaşandığı. O sokağı dünyam yaptım, her binasına benden bir parça sakladım. Işıklarını söndürdüm hiç kimse yokmuş gibi. Evler boşmuş gibi. Önce kendimi cezalandırdım sonra sokağın başındakileri.
Yolun her bir tarafını cam parçacıklarıyla süsledim. Sanki bütün camları kırıp indirmişim gibi. Sanki o camlar bir tek benim ayağıma batmıyormuş gibi. Sanki acıtmıyormuş gibi.
Sekiz tane bina saydım. Her birine bir sebep yükledim. Tek bir adım atsam,
Sadece tek bir adım.
Atmadım ama işte. Korkaklık mıydı bu yoksa cesaretim mi beni buldu. Yoksa ben yine en korkunç zamanlarımdan birinde miydim? Susmadığım, bağırmaktan boğazımın ağrıdığı.
Değiştim, biliyorum ki o sokak da korumuyor beni artık. Bu yüzden suskunum ve boş bakışlarım.
Gözlerimi tek bir an olsun onun yüzünden ayırmadım. Ona bakmak beni korkutuyordu, bu doğru. Ama ona bakmadığım zamanlar daha çok korkuyordum. Önümde bu adam, arkasında kanlarının kokusu burnumu sızlatan o insanlar. Önümde ressam ve arkasında resmi, kırmızıdan başka renk kullanılmayan.
Cızırtılı, bir yanıp bir sönen ışığın yanına başka bir ışık kaynağı daha eklendi. Kapı açıldı, önce gölgesi girdi ardından kendisi. O kadar masum duruyordu ki kadın bunun onunla bağlantılı olmasına inanamıyordum. Resmen babaannemden bir farkı yoktu fakat evinin bodrum katında ki vahşetten sorumluydu. Öyle yavaş indi ki merdivenleri, dizlerini tutarak. Onu beklerken tüm ciddiyetim toz oldu. Ancak geldiğinde aynı saniye de ciddiyetimi toparlamayı başardım.
"Faruk..." dedi önümde dikilen izbanduta. Yerli olunca katiller -veya yamyamlar- bile ciddiye alınmıyordu gerçekten. "Sana ben bir daha yatağını ıslatmak yok demedim mi?" Sonra boyu neredeyse tavana eşit olan adamın yüzüne sertçe tokat attı. Faruk denen adam ise yüzünü tutup dolu gözlerle annesine bakmaktan ileriye gitmemişti. "Ama anne, gece rüyama giriyorlar demiştim sana."
Sağlıklı olmadığı belliydi. Belki de onun tüm suçu böyle bir aile de dünyaya gelmesiydi. Ona üzülsem de bütün bunları göz ardı edemedim. Aynı tiksintiyle bakmaya devam ettim. Kadın oğlunu azarladıktan sonra gözleri bize doğru döndü. Uyanık olan ben olduğum için gözleri benim gözlerimle birleşti. Aynı sinir bozucu bir şekilde güldüğünde yerimden hırsla kıpırdandım.
"Uyanmışsın kuzum!" Arkasında kan ve kafes ve bunların sahibi insanlar görmesem hala onun masum olabileceğini düşünebilirdim. Şimdi o kadar yorgunken otobüste yer verdiğim teyzelere lanet okuyordum. Ağzıma yapışık bir bant olduğundan söylediğim şeyler anlaşılmıyordu ancak ağzımı açmaları için bilerek mırıldanıp durdum. "Ne diyorsun yavrum?"
Daha gür bir sesle mırıldandım. Kadın onun iki katı olan oğluna dönerek ağzımı açmasını işaret ettiğinde sustum. Göğsüm hiddetle kabarıyordu. Faruk önüme geldi, diz çöktüğünde bile benden uzundu. Kirli parmaklarıyla ağzımdaki bandın ucunu kavradığında yüzümü buruşturdum. Kan kokusu o yanıma geldiğinde daha belirgin hale gelmişti. Bandı aniden çektiğinde öyle çok canım acımıştı ki ağzım saniyesinde uyuştu. Çığlık atmamak için kendimi sıktım. İstediklerini onlara vermeyecektim.
"Yeterince sert çekemedin aptal!" diyerek oğlunun kafasına vurdu. Biraz daha sert çekseydi muhtemelen ağzım yırtılacaktı. Kıvılcımları göğsümü şişiren ateş tüm göğsümü şişirirken nefretle baktım. "Onlar neden hala uyanmadılar?" Üçü de hala baygındı ve bu benim ödümü kopartıyordu. Hem yalnız olduğumu hissediyor hem de onlara bir şey olacak diye korkuyordum. "Senden çok daha fazla içtiler çünkü çaylarını." Diye bir açıklama yapsa da bu beni tam anlamıyla rahatlatamamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Science FictionYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...