Renkler, anlamı oldukları kadar özgürlerdi. Mavi okyanusken sonsuz özgürlüğü kucaklar, bir çiçeğin yaprağına sıkışabilirdi. Renkler, temsil ettikleri kadar özgürlerdi. Kırmızı, o bazen çok masum. Bazen masum olduğu kadar korkutucuydu. Sevginin ve nefretin arasındaki o çizgiydi. Araf'tı. Tutsaktı. Dudakta ki ruj, eldeki gül iken güzel, gözyaşlarının bile temizleyemediği o leke olduğunda korkutucuydu. Kırmızı bazen yaşamı, ama en çokta ölümü temsil ediyordu. Benim gördüğüm renk yaşam değildi.
Elimi kana, kırmızıya, yaşamın bağlı olduğu ölüme daha çok bastırdım. Parmaklarımın arasına sızan, parmaklarıma bir leke gibi yapışan kırmızıyı önceki hayatımda görseydim... Ne yapardım? Bazen önceki hayatım ve şu an yaşadıklarımı diğer mehir'e ve bana benzetiyordum. Tıpkı kanı yaşama ve ölüme benzettiğim gibi. Birbirine bağlı, ama birbirinden çok farklı.
''Çağman derin nefesler al ve gözlerini sakın kapatma!''
''Mehir!'' iİnledi. Sağ göğsünün altından, kasıklarının yukarısından vurulmuştu. Bu kadar kan akması normal miydi? ''Konuşup kendini yormamalısın, birazdan buradan çıkacağız söz veriyorum!'' Ter içindeydi. Gazel şok içinde bir ona, bir de bana bakıyordu. Bir şey yapmak istiyordu. Elinde olsa yerine geçerdi. Böyle hissetmiştim en azından. Ya da gözlerinde bunu görmüştüm. ''Çağman sık dişini!'' Mermi sesleri kulaklarımı çınlatıyordu. Karmen nefes nefese sırtını bar tezgahına yasladı. Gözleriyle Çağman'ı kontrol etti. Ardından dönüp sıkmaya devam etti.
''Sarışın bana öyle bakıp durma...'' Derin bir nefes aldı. ''Ölecekmiş gibi hissediyorum.'' Gazel sertçe burnunu çekti. Zaten patlamaya hazır bir bomba gibiydi, Çağman'nın böyle konuşması gözyaşlarının teker teker intihar etmesine sebep olmuştu. ''Saçmalama, bu...'' Eliyle etrafa yayılmış kanı ve Çağman'ın kurşunun deştiği yarasını gösterdi. ''Sadece küçük bir sıyrık!''
Çağman kafasını sallarken çok küçükte olsa gülümsedi. Ter içindeydi ve berbat görünüyordu. Aslında hepimiz, öyle görünüyorduk. ''Kast ettiğim 'küçük sıyrık' değildi.'' Yağmur çölde günlerce su içmemiş bir bedevi gibi nefes nefese sırtını bardak dolabına yasladı. ''Oğlum şu halde bile benim minicik kedime yürüyorsun, Araf abisi kılıklı!'' duymamış gibi yaptım fakat Mehir'in yüz ifadesi beni zorluyordu. Ulaşabileceğim dolaplarda herhangi bir bez parçası aradım. Karmen, mermi kovanını değiştirmek için sırtını bar tezgahına yasladı. ''Giderayak gol atmaya çalışıyor da yemezler. Mektup işini çözene kadar ölme birader.'' Döndü, bir iki el ateş etti ve sırtını yeniden yasladı. Kafasını omzunun üzerinden Çağman'a doğru çevirdi. ''Sonra istersen bizzat ben öldürürüm seni.''
Alt dolapların birinde beyaz bir masa örtüsü bulmuştum. Bir ucunu dişlerimin arasına aldım, diğer tarafını da sıkıca tutup çektim. Dizlerim yere çok baskı uyguladığından canım acımaya başlamıştı. ''Bana olan sevginiz gözlerimi yaşarttı doğrusu.'' Çağman'a sadece çok konuşmamasını belirtir bir bakış attım. Gazel'e parmağımla Çağman'ı doğrultmasını işaret ederken Yağmur aynı şekilde sırtını dolaba yaslamıştı. Kolları iki yanına düştü. ''Bitmiyorlar lan bitmiyorlar!'' Çağman, doğrulurken çektiği acıyı belirtircesine inledi. Sesi hırıltılı çıkmıştı. Anneme, hemşire olmayı seçtiği için teşekkür etmek istedim. Yine de bu çok zordu. Bir insanın karşında böyle acı çekmesi, çok zordu.
Karşılaşacağım görüntünün ne kadar kötü olacağının farkındaydım fakat bu kadarını da beklemiyordum. Her ne mermi kullandıysa veya nasıl ateş ettiyse, mermi Çağman da kocaman bir delik açmıştı. Bunu nasıl halledeceğimizi bilmiyordum. Ama ne olursa olsun Çağman'ın ölmesine izin vermezdim. Vermezdik. Beyaz örtü, Çağman'nın beline doladığım anda onun kanıyla yıkanmıştı. Gazel'in ses çıkarmamak için dudaklarını kemirdiğini fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Science FictionYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...