Altın Haç (26.Bölüm)

47 4 62
                                    

Yanlışlıkla yapılmış yanlışların affı olur mu?

İnsanlığın denize gömmeden önce bıraktığı çapaya kazılıydı bu, yanlış. Dünyanın temeli atılmadan önce toprağına bu ekildi. Bu dünya zaten yanlışların üzerine doğdu, doğru olmayacak şekilde sabaha karşı bir ekmek bezine sarıldı. Temiz kanı o beze bulaştı. Ama kan, o yanlıştı.

Birinin ruhunu çalmak, o ruhun parmaklarını koparıp kalbini göğsünden koparmak yanlıştı. Tıpkı o çocuğun o kalbin yerini doldurabilmek için başkasının göğsünü parmaklarıyla deşmesi gibi.

Birinin uykularını çalmak da yanlıştı. Tıpkı o birinin uykularını ona bilinçsizce geri vermek gibi. Çünkü o gecelerce tekrar uyuyabilmek için dua ederdi. Devası olan da gecelerce onun uykusuna sarılıp uyurdu.

Güneşin parlaklığı yüzümü yakarken gözlerimi kırpıştırmak zorunda kaldım. Boynum ve belim uzun süredir aynı şekilde kalmaktan ağrıyordu ancak bir süre kıpırdamadan bekledim. Kafamın üzerinde bir ağırlık, tatlı bir ağırlık vardı. Onun eliyle bütünleşen elim, saatlerdir böyle kalmaktan ter içindeydi. Gözlerimi tamamen araladığım da, fiziksel hissettiğim rahatsızlığa rağmen ruhum ilk defa böyle güzel bir uyku çekmişti.

"Uyanın lan, Yağmur'u üzerinize salmamı istemiyorsanız derhal ayrılın!" Gözlerimi aralayıp Karmen'e baktığım sırada onun huysuz bakışlarının aksine diğerlerinin sırıtarak bizi izlediğini gördüm. Hissettiğim sıcaklık artarken kafamı kaldırmaya çalıştım. Zaten zor uyuduğunu bildiğimden pek hareket etmek istemiyordum gerçi. Aniden huysuz mırıltılar çıkararak sıcak avucunu yanağıma bastırdı. Uykulu olmama rağmen bu hareketiyle gözlerimin irileşmesine engel olamadım. "Yağmur bile bozamaz şu an hissettiğim huzuru."

Kan tüm damarlarımdan çekildi. Hücrelerim tüm işlevini kesip, Araf'ın kurduğu bu cümleyi başa sarıp sarıp dinledi. Utanmasam gülümser ve onun o yeni uyanmışken beni alev topuna çeviren sesinin çıktığı ağzını öperdim. "Bile mi? Aşk olsun. Beni bile olarak mı kullanıyorsunuz?"

"Bak, Araf." Sıkıntılı bir nefes vererek önümüzde diz çöktüğünde Araf'ın gözlerinin aralandığını hissettim. "Aralarında tam malum reis ve Muharrem İnce çekişmesi yok mu?" Karmen hariç hepsi karşımızdaki rafa sırtını dayamış oturuyordu. Kimin başı kimin bacağında belli değildi. Birbirlerine yapışık görünüyorlardı. Ali ilk defa içinde bulunduğumuz bir konu hakkında yorum yaparak "Bence Karmen abi, Araf abiyi kıskanıyor gibi görünüyor."

Yağmur bir şimşek gibi başını Asel'in kucağından kaldırıp Ali'ye baktığında Ali yutkunarak yavaşça yorganın altına doğru kaydı. Bu konu hakkında tek kelime etmeden, görüşünü belirtmişti.

Biz yatakları toplarken çok geçmeden kapının açılma sesi doldurdu dükkanı. Sert bir rüzgar yüzümüze eserken içeri elinde poşetlerle ihtiyar adam girdi ve daha fazla üşümemize izin vermeden kapıyı kapattı. Anında poşetin içindeki hamur kokuları burnumu sararken açlığımı ve susuzluğumu yeni hissetmeye başlamıştım. İhtiyar kasanın arkasına geçip poşetleri indirirken montunu çıkarıyordu. "İyi uyudunuz mu gençler?"

"Olabildiğince iyiydi, teşekkürler." Dedi Araf kibarca. Kasanın etrafına doluşurken saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp üzerimdeki uzun kollu geceliği avucumun içine çektim. Bu gecelikleri bize yakışıklı torunun kız kardeşi vermişti. Bazılarımıza tam olup, bazılarımıza küçük gelip, bazılarımıza da büyük gelse de bir şekilde idare edebiliyorduk. Şu anlık sağlayabildiğimiz en büyük konfordu bu. "Sizin bunlar." Dedi adam, poşetlere aç kurtlar gibi baktığımızı fark ederek.

Payıma düşen bir poğaçayı alıp koca bir ısırık alıp yanağımı şişirirken dün geceden beri aklımı kurcalayan bir soruyu sormaya karar verdim. "Bir şey soracağım..." diye dikkatini üzerime çektim. "Biz o ormanın içinde yön belirten hiçbir şey olmadan nasıl bulduk sizi?"

AGMENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin