Sayfalar kızgındı. Gözlerimde gördüklerini onlarla paylaşmamam bir mum aleviyle onları yakmam, külleriyle kendimi yeniden doğuracağıma inanmışım gibi kızgınlardı.
Ama değil gözlerimdeki harfleri, içimdeki cümleleri döksem hiç kirletilmemiş berrak sayfalarına, çölde bir nehire karışıp kaybederdi kendini.
Şafak da kızgındı. Onu gülümseyerek karşılamadığım için belki, belki o da ona anlatmadığım için çatmıştı kaşlarını. Oysa ben, o gelmeden dökerdim her şeyimi karanlığa. Tutuştururdum avuçlarına, saklasın isterdim. Karanlığı severdim.
Her bedeni kadın ruhu gözyaşlarıyla Araf da kalmış kız çocuğu gibi. Her eklemlerine kan oturmuş, hala yıldızları melek sanan erkek çocukları gibi.
Severdim karanlığı. Saklardı hepimizi. Dinlerdi. Uyuturdu göğsünde. Belki fırsatı olursa okşardı saçlarımı. Belki söz verirdi. Belki tutmazdı sözünü ama ben hep inanırdım.
Güvenirdim de kitap aralarında düşlerimi onunla paylaşırdım. O da dinlerdi. Ben görmezdim ama o dinlerdi. Karanlığının ışığıyla aydınlatırdı yolumu. Yürürdüm ben de. Nereye demezdim. Yürürdüm. O da dinlerdi.
Kulağımda Çağan Şengül'ün bir müziği hafif notalar eşliğinde çalıyordu. Rüzgarın sert çarpışının sesini duymasam da siyah uzun pençelerini yüzüme geçirdiğini hissediyordum. Henüz kış ayına girmemiştik ama kar soğuğu tüm ülkeyi sarmıştı. Sokak yolları sarı yaprakların sertleşmiş bedenleriyle doluydu.
Sabahın ilk saatleri yaklaştığında yaşlı bir amca onları toplamak için sokağın başında beliriyordu. Ertesi gün yine aynı saatte geliyor, sanki hiç temizlenmemiş gibi yeni dökülen yaprakları tekrar temizliyordu. Gözlerim ayaklarımda, ağaçların altından yürürken yaşlı amcanın buruşmuş yüzünü ve titreyen ellerini düşünüyordum. Belki bir gün sıcak bir kahve ile onunla evimizin karşısındaki bankta konuşma fırsatı yakalayabilirdim. Bu düşüncenin güzelliği yanaklarımın görünmez bir şekilde kıvrılmasını sağlamıştı.
Kafamın üstünde hafif bir dokunuş hissettiğimde adımlarım kesildi. Gözlerimi kaldırıp kafama bakmaya çalışsam da bu fizik açısından imkansızdı. Elimi ceketimin cebinden çıkarttığımda terleyen avucuma iğneler batmış gibi hissetmiştim. Elimi kafamın üzerine atmamla beraber avucuma ömrünü tamamlamış sararmış bir yaprağın gelmesi bir oldu. Sert dokusunu parmaklarımda hissettim. Yaprakları sertleşmeden dolayı içe doğru bükülmüştü.
Avucumu sıkıp onu tuz etme isteğimin önüne geçerek yürümeye devam ettim.Yaprağı tutan elim soğuktan bembeyaz olmuştu. Elimle beraber yaprağı cebime koymak istedim ama yaprağın kırılacağının da farkındaydım. Onun yerine çantamda okuduğum bir romanı çıkartıp arasına koydum ve hızlı bir şekilde yürümeye devam ettim.
****
Adımlarımın kesildiği yerde, kaldırımın sonuna geldiğimi yeni fark etmiştim. Sanki bir aydınlanma yaşamış gibi kafamı kaldırıp etrafa bakındığımda, ana yolda olduğumu gördüm. Düşünürken zamanın bu kadar hızlı aktığını hesaba katamamıştım. Sokak lambaları derin bir uyuşukluk verdiği ışıklarını yaymaya başlamıştı ama henüz hava tam anlamıyla kararmamıştı. Okuldan anca ayrılabilmiştim.
Gökyüzünde bir ressamın üst üste geçtiği soluk bir mavi renk asılıydı ve bulutlar ressamın tablosuna attığı hafif gölgeler gibi görünüyordu. Önüme gelen saçı kulağımın arkasına sıkıştırdığımda tekrar etrafıma bakındım. Arabaların azaldığı bir anda hızlıca kendimi karşıya atacakken tam yanımda duran ve ayakta durmakta zorluk çeken yaşlı bir kadın olduğunu fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Ciencia FicciónYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...