Sevgi, aslında insana biçilen en büyük güçtü. Omurgana, kaburgalarına, parmaklarının arasına, gözlerine gizlenmiş bir duygu yığını. İkiye bölünmüş sonsuz bir döngü. Büyü gibi. Tıpkı büyü gibi sana dizlerini çöktürür, ama diz de çöktürürdü. Sevgi bazen korkutur, bazen güvende hissettirirdi. Sevgi bazen yaralar bazen iyileştirir ama en çok da öldürürdü. Tıpkı çoğu zaman yaşattığı gibi.
Sevginin bana bıraktığı yükle benden aldığı yük eşit olmalıydı. Bazen duvara ip asmak, bazen o ipe kendimi asmak istesem de beni tutuyordu. Bazen de karanlıkta kuytu bir köşede, ellerim kulaklarımda dizlerim ise yerle buluşmuşken içim içimden çıkana dek ağlatıyordu. Sevgi güzel. Bazen delirtiyor ama bazen delirmeyi bile güzelleştiriyordu.
Sevgi insanları iyi yaptığı gibi,
Tırnaklarının arasına kan yapışmış canavarlardan da korkunç yapıyordu.
Ama sevmek güzel değil mi? Çiçekleri uzaktan izlemek, kokusunu sevdiğin için kökünden kopartmak gibi.
Sevgi, masum olunca güzel, değil mi?
"Yağmur..." dedim o avuçlarıma sıcacık beyaz kupadaki kahveyi bırakırken. Elime sarılmış kalın bandajlar beni, kahvenin ateşinden koruyordu. Yağmur yanımdaki beyaz koltuğa oturdu. Hava soğuktu. Cam kırıkları gibi batmasına rağmen geceyi güzelleştiriyordu.
Yağmur tek kolunu üzerinde oturduğumuz beyaz deri koltuğun başına yaslarken, diğeriyle de kahvesini ağzına götürdü. Sadece o ve ben vardık hayatımızı sıkıştırdığımız bu bahçede. O gelene kadar bu bahçede yalnızdım. Ama o gelmişti ve artık yalnız değildim. "Efendim?" Elindeki kupayı eğilerek orta masanın üzerine bıraktı. Gözlerimle onu takip ettim. "Sana bir şey sorabilir miyim?"
"Tabii ki."
Uzun zamandır içimde tuttuğum sorular beni kemirerek gün yüzüne çıkmaya çalışıyorlardı. Sormasam bile bir gün cevabının ayaklarıma geleceğini biliyordum ama kendim için sormakta bir sakınca görmüyordum. Üst dudağımı dişlerimin arasına alırken önce cevabını tahmin etmeye çalıştım. Bana baktı, baktı, baktı. Sorumun ona koşmasını sabırla bekledi.
"O gece nereye gidiyordun?" Sorum can bulup dilimden döküldüğünde bakışları bir an için dondu. Buzun yavaş yavaş göz bebeklerini kaplamasını seyrettim. "Hangi gece?" dedi. Oysa hangi geceyi kast ettiğimi anlamıştı. Merakım bileklerime dolanırken geri çekilmek yerine, üsteledim. "Hangi gece olabilir Yağmur? Her şeyin değiştiği o gece."
Aldığı koca nefes sanki ona yetmezmiş gibi uzun sürmüştü. Aniden rüzgar bastırdığında ona bakmayı kesmemek adına önüme gelen saçlarımı dolayarak sırtıma doğru attım ve üzerimdeki şala daha çok sarıldım. "Şey ımm..." Dürüst davranmak ve geçiştirmek arasında kaldığını fark ettim. Onun canını bu kadar sıkan neydi? Tırnaklarımı avuçlarıma geçirme isteğini bastırdım. Bekledim.
"Bu nasıl söylenir ki?"
Gözleri lacivert spor ayakkabılarındaydı. Ayaklarını üst üste atmıştı. Bir an için ben de onun ayakkabılarını incelemeye daldım. "Seni bu kadar ne zorladı bilmiyorum ama söyle gitsin." Aklındaki veya kalbindeki neyse, onu diline dökmesi için rahatlatmaya çalıştım. "Peki, o halde," Öne doğru eğildi ve tıpkı benim gibi dirseklerini dizlerine yaslayarak ellerini önünde kavuşturdu. Maziye dönünce yayılan o gülüş kapladı yüzünü.
"Yargılamak yok?" dedi göz ucuyla bana bakarken. Kafamı salladım. Sonra o cümleler koptu dudaklarından.
"İntihar edecektim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
خيال علميYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...