Seni anlayan tek insana bile yabancı olduğun zaman büyük sessizlik oluşur zihninde. Ne satırlar doldurmaya yeter içindeki boşluğu ne sen... Ne sen anlatmaya mecal bulursun. Okyanus nehirin kanıyla kirlendiğinde, kirlenen su mu, yoksa kan mı olurdu? Yabancılaşan ben miydim? Yoksa kanını nehirle arındıran Mehir miydi?
Zihnimde oluşan boşluk yüzünden dalgaların kıyıya vururken çıkarttığı haşin ses yüksekti. Sessizliği suya, okyanusa benzetirdim. Su, parmaklarının arasından süzülen sıcak, kanlı ellerini boğazıma yapıştırıyordu. Yaşadığım hayal kırıklığı tıpkı sıcak kan gibi, suyun parmaklarının arasına süzülüyordu. Esen rüzgar beni yere düşürmek için hamle yaptığında tutunmak için uzandığım el, beş parmağının izini yüzümde çıkartıyordu.
Nasıl baktığımın bir önemi yoktu çünkü Mehir içimdi. Beni okuyordu, bunu biliyordum fakat beni bildiğini bilmeme rağmen dalgaları dinleyen yabancı oymuş gibi hissediyordum. Göğsünde sıkıca topladığı kollarını çözdü ve sığındığı o küçük cam kenarından ayrıldı. İçine doğdurulmuş bu his neyse onun yerinde durmasına izin vermiyordu.
''Bana inanmıyor musun?"
Sorusuna hemen bir cevap vermedim. Sinirle çatılan kaşlarını seyrettim. Ona inanmadığım için değil, inandığım ama elimden bir şey gelmediği için cevap veremedim. "Söylediğin şeyin farkında mısın?" bacaklarımı yataktan sarkıtırken avuçlarım yatağın bordo örtüsünü kapladı. "Bana buradan gitmemi..." içime baskı uygulayan duygular yüzünden oturduğum yerden duramadım ve ayağa kalktım. "Gerekirse teslim olmamı söylüyorsun."
Söylediğinin arkasında duran bakışlarla karşılık verdiğinde beynimin benimle yeniden oynayışlar içerisine girdiğini düşündüm. Bu mantıklı değildi. Mehir, şu an hiç mantıklı değildi. O okyanusa kapılmış gidiyordu. "Sen kafayı mı yedin?"
Eğer kendimle bile ters düşüyorsam delirdiğimi düşünmemek mümkün değildi.
"Nasıl bir durumun içindeyiz, bilmiyorsun. Buradan ve bu şeylerden ne kadar uzaksak o kadar güvendeyiz."
Gözlerim kısıldı ve kalktığım gibi yeniden yatağın üzerine geri oturdum. O da geriye doğru çekilerek, ay ışığının sırtına süzülmesine izin verdi. "Bu söylediğin çok saçma! Buradan uzakta nasıl güvende olabiliriz? Buradan giderek tüm bunlardan uzaklaşabileceğimizi düşünmen..." Bunu söylemiş olması bile bana hayret verirken kafamı sağa sola doğru salladım. "Bunu duyduğum en bir şey söylenemez şey!"
Beyaz elleri yavaşça başına giderek şakaklarını ovuşturdu. Bana bir sebep vermeyen oydu. Şimdi sırf o dediği için, birbirimize eklem gibi kenetlendiğimiz bu insanları ardımda iyi olacağımı düşünerek bırakıp gidemezdim. Tehlikede olduğumuzun çokça farkındaydım. Görmezden gelmek aptallık olurdu.
Biz bir cesetle uğraştığımızı zannederken aklın, mantığın ötesinde şeyler yaşanıyordu. Birkaç gün önce gördüğüm o rüya, aklımdan çıkmak bilmiyordu. Ne zaman avuçlarım sıcak bir şeye dokunsa, yüzümü bir gözyaşı gibi örten o kan zihnimin nehirlerine sızıyordu. O kendini aklamak isterken nehirleri kirletiyordu.
"Bunu keyfimden mi söylüyorum sanıyorsun? Ben seni düşünüyorum!"
Biliyordum. "Biliyorum."
Omuzları düştü ve omuz hizasında duran, aynası sadece beni yansıtan gar dolabı gösterdi. "Öyleyse çantanı toplamaya başla." Hiçbir şey söylemeden kafamı hayır anlamında salladım. Sabrının son damlaları akıyordu. "Korkuyorum tamam mı? Çok korkuyorum! Neler yaşanacağı hakkında bir fikrin yok. Seni korumalıyım ve bunu nasıl başaracağımı bilmiyorum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Ciencia FicciónYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...