Kırıktı. Kalbi yaşayamadıklarına kırıktı. Sorsalar yirmi yaşındaydı. Yirmi senedir yaşıyordu. Hayır, o sadece yirmi senedir koca bir okyanusta bir damla olmaya çalışıyordu. Ayaklarına kalbinin kırıkları batmıştı. O ne yapmıştı, gülmüştü. Boğazından akan su asit olup içini yakmışken o ne yapmıştı, gülmüştü. Duvara toslamıştı. Hem de öyle bir toslamıştı ki gür bir kahkaha atmak zorunda kalmıştı. Cayır cayır yanmıştı etleri. Soran yoktu. Gören yoktu. Olsa... Olsa belki ama yoktu. Ölüme gitmişti o, ölümü görmüştü. Ölüme ait olduğunu düşünmüştü. Yaşadığı her anın yalnızlığını ölümle gidermişti.
Şimdi hayatında ilk defa ölümü görmezden geliyordu. Çünkü ilk defa bir rüzgar suratını okşadı diye ağlamıştı. Çünkü o, ilk defa kendine ağlayabilecek gerçek bir sebep bulmuştu. Hayatında ilk defa görünmez olmadığını hissediyordu. O ilk defa bir şeyler başarmak istiyor ve kendini buna değer görüyordu. Değerdi. Yağmur gözyaşlarına da gülücüklere de değerdi. Artık hissettiği acı yüzünden gülmeyi değil, ağlamayı öğrenmeliydi. Yağmur buna değerdi.
"Komiserim..." dedi arkadan bir ses. Yağmur sona geldiğini ilk defa bu kadar derinden hissediyordu. Ancak yüreğindeki korku kendisi için değildi. Onun zaten bir hayatı yoktu o derin geceye kadar. O, hayatı olan ve ona sırtını yaslamış insanlar için korku duyuyordu.
Onlar bilmiyordu ama Yağmur bu yaşadıklarından dolayı asla üzgün değildi. Aksine, bir şey yaşayabildiği için mutluluk duyuyordu.
"Pencere..." dedi Süleyman Alp, Yağmur'un korkudan titreyen gözbebeklerinin içine bakarken. Avuçlarında büyük bir öfke toplandığı için onları sıktı. "Rüzgar düşürmüş buradaki vazoyu..." dedi ve gözlerini Yağmur'un gözlerinden bir an olsun ayırmadan eğildi. Sehpayı düzelttikten sonra düşen vazoyu üzerine koydu. Vazo sağlamdı, kırılmamıştı.
Yağmur şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibi hissediyordu. Ağzı birkaç kez aralandı ama her seferinde konuşamayacağını fark ederek geri kapandı. Gözleri yaşadığı bu olayın gerçekliğini tartmak istercesine etrafta dolanıyordu ama sanki gözleri gerçekliğe kapanmış, bedeni soyutlanmıştı. Süleyman'ın aldığı düzenli nefesler onu hipnoz etmiş gibiydi. Neden onu ele vermemişti?
"Odayı arayalım mı?" Acemi polisin sesi kuşkulu çıkıyordu. Amirinin garip davrandığını fark etmişti ama kafasının içinde nedenini bir türlü konumlandıramıyordu. Belki de bir şeyler düşünüyordu diye düşüncü polis. Amiri olduğu için, pek saygı duyduğu için zor da olsa oraya yürümekten kendini alıkoydu ve onun emrini bekledi.
Süleyman kendini toparladı. Öfkesini dizginledi ve Yağmur'u korkutan bakışlarını onun üzerinden çekip gayet sakin bir şekilde arkasını döndü. "Gerek yok." Dedi. Ondan alt rütbedeki polisler şaşkınlıklarını gizleme gereği duymadan birbirlerine bakmıştı. İnanamıyordu, Süleyman. Bu kadar dikkatsiz davranmaları onun içinde fırtınalar kopartıyordu. Ancak suratı durgun bir deniz gibiydi. İçinde çakan şimşekler karaya vurmuyordu.
"Size aşağıda daha çok ihtiyaç var, ancak ben yine de her ihtimale karşı burayı arayacağım. Geri kalanınız aşağı inebilirsiniz."
Acemi polisin dudakları soru sormak için aralandığında Süleyman'ın keskin bakışlarıyla karşılaştı ve anında bundan vazgeçerek kafasını salladı. Gözleri ilk maaşı ile beraber aldığı yeni spor ayakkabılarına kaymıştı ve bir kez daha Süleyman'ın kara bir su birikintisini andıran gözleriyle buluşmaya cesaret edememişti. "Emredersiniz amirim."
Ardından döndü ve yanında dikilen diğer polislere kafasıyla çıkmaları gerektiğini işaret etti. Süleyman, onların odadan ayrılmasını büyük bir sakinlikle bekledi ve oda boşalır boşalmaz arkalarından tahta kapıyı örterek kapattı. Her ne kadar polislerin aklında bunun bir soru işareti olarak kaldığını bilse de şu an için gözü o kadar çok dönmüştü ki bunu umursamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Science-FictionYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...