Kanadı Kırık Melek (19.Bölüm)

54 6 138
                                    

Uzun zamandır hislerim olmadığı için hayal edemediğimi fark ettim. Meğer yazıların, çizimlerin sözlerin ve düşüncelerin de duyguları varmış. İnsan bunu ya zamana yayarak, ya da duygularını yeniden kazanarak anlıyormuş. Benim yazılarım benim gibi, duygularını eski ahşap bir sandığa emanet edip okyanusun derinlerine gömmüş. Sandık hafifmiş fakat duyguların anlamı onu boğuyormuş.

Demek ki hissetmem gerekiyordu ama açıkçası, bu beni çoğu zaman korkutuyordu. Hisler, insanlara emanet edilen güçler aslında. Kimisi bunu karayla harmanlar kimisi ışık tutar kimisi de benim gibi, yok edemez ama kendinden saklar. Hisler gibi, hislerle başa çıkabilmekte bir güç özelliği olmalıydı. Bu güç beni yutuyor muydu, yoksa beni ayaklandırıyor muydu buna ben karar veriyordum.

Şimdi omuzlarımda öyle duygu dolu yükler vardı ki kalmak ve bir şeyler yapmak anlamsız geldi. Ruhum beklemekten sıkılmıştı ve acizce kapısına bir şeylerin bırakılmasını bekliyordu. Daha doğrusu, bu hep böyle olmuştu. Hep beklemiş hiç o kapıdan adım atmayı akıl etmemiştim. Etmiştim de, biraz da bileklerime tutunan korkularım beni dışarıdan sakınmıştı. Şimdi dışarıya mecburdum ve korkularım beni korumak isterken savunmasız bırakmıştı.

"Mehir..."

Adım buydu, değil mi?

Adımın kaderi canımı acıtıyordu.

"Mehir, kalk!"

Sanırım vücudumun ona bir tepki vermeyişi onu kızdırmış olacak ki, tozlu zeminde bıraktığı adım sesleriyle beraber yanıma geldi. Tıpkı benim gibi dizlerini yerle buluşturdu ve ardından büyük avuçları kollarımı iki yandan avuçladı. "Bana bak, iyi misin?"

Neler yaşandığını idrak edebilmem uzun sürmüştü ama iyiydim. Fakat hem korku hem de olayın sıcaklığı dizlerimi yerle bütünleştiriyordu. Kafamı ona doğru çevirdim ve zaten bilmesine rağmen, olan şeyleri tekrarladım. "Araf, Karmen ve Asel orada kaldı." Sonra duraksadım ve gözlerim Araf'ın yüzünden koparak tozlu zemine düştü. "Araf..." dedim yeniden aynı tondaki sesle. "Yağmur kim bilir neredeydi!"

Gözlerini anlayışla kapayıp açarken büyük bir nefes sığdırdı göğsüne. "Biliyorum Mehir," dedi. "Biliyorum ama burada böylece durarak onlara bir faydamız dokunmaz." Gözlerini soğuk, taş duvarlarda gezdirdi. Yüzünde belli bir ölçüde tiksinti oluşmuştu. "Bir an önce şuradan çıkmaya bakalım, sonra da geri kalanımızı nasıl buluruz onu düşünelim."

Hızlıca kafamı sallarken onun yardımlarıyla beraber ayağa kalktım ve dizlerime bulaşmış tozu silkeledim. Burası, buraya girerken kullandığımız yere benziyordu. Üzerimde mont olmasına rağmen soğuk damarlarımı kaşındırıyordu. Muhtemelen dışarıya fazla uzak değildik. Buradan çıkmak bizi fazla zorlamamalıydı. Fazla vaktimizin olduğunu düşünmüyordum.

Taş duvarların üzerinde, hala yanmayı nasıl başardığını merak ettiğim meşaleler asılıydı. Araf onlardan bir tanesini kaptığında sağa ve sola doğru açılan yollardan hangisine doğru gideceğimizi düşünüyordum. Bu sefer diğerlerine göre farklı hissediyordum. Her ihtimalde az da olsa eve kavuşacağımıza beni inandıran zihnim bu sefer böyle söylemiyordu. Bu sefer gerçekten her şeyin sonuymuş gibiydi. Sanki esmeyen rüzgar bunu bana ispatlamaya çalışıyordu.

Soğuktan buz kesmiş avucum Araf'ın sıcak kalmayı başarmış avucuna ilişti ve sıcaklığını benimle paylaştı. Titreyerek verdiğim nefesler bir duman gibi gözümün önüne seriliyordu. Endişelerim bu dumanın üzerine seriliyordu ve uzun zamandır hissetmediğim o ateş şimdi sadece elimi değil, bileklerimi de sarmıştı.

"Ne taraftan gidelim?" dedi.

Sessiz kalıp yüzünü seyrettim ve o da büyük bir hezeyan ile iç çekti. "Sağdan gidelim, sağ iyidir." Benimle beraber kendisini de sağa doğru döndürdü ve bıraktığımız adım sesleriyle beraber bu büyük yerde yürümeye başladık. Araf'ın elinde tuttuğu meşale etrafımızı aydınlatmaya yetiyordu. Tavanı her ne kadar buraya girmek için şans eseri kullandığımız geçit kadar yüksek olmasa da, alçak da değildi. Keza duvarları da öyle. Fakat ben kendimi buraya sığamayacak kadar büyük hissediyordum.

AGMENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin