Bu karanlık benim aklamaya çalıştığım karanlık değildi. Bu karanlık içimdeki tüm fenerleri söndürüyor ve ruhumu emiyordu. Ruhum bedenimi terk ettikçe göğsümün soğuduğunu hissediyordum. Bir yorgunluk çekiyordu bedenime ama saatlerce koşmaktan, konuşmaktan ya da düşünmekten daha ağır bir yorgunluktu bu. Geçen karanlık gibiydi. Ölüm gibiydi bu yorgunluk. Ölüm gibiydi bedenimi üşüten soğuk. Gücümü tüketen, göz kapaklarımı ağırlaştıran bir karanlıktı bu. Ne korktuğum da sığındığım ne şefkat aradığım da ısındığım karanlıktı bu.
Tüm vücudum soğuk ve sert toprağın altına çekiliyordu sanki. Üzerimdeki kalın kumaşlara rağmen tenime değen toprak canımı yakıyordu. Cam kırıkları gibi batıyordu ve kanatıyordu. Kanadığını görmüyordum, hissediyordum. Umudumu, savaşma azmimi toprağa teslim ediyordum. Toprak yüzyıllardır susuz kalmış gibi emiyordu beni. Hissettiğim her şeyi.
Toprağı suçlamanın bir hata olduğunu düşündüm çünkü karşımda gerçek karanlık duruyordu. Yere değen ayakları olmamasına rağmen bana her adım attığında kalbimi soluduğum yerden dışarı akıtacakmış gibi hissediyordum. Kalbim karanlığı arzuluyor ve dışarı çıkmak için içimi kemiriyordu. Çığlık atmak istedim ama üzerime serilen yorgunluk yüzünden sadece uyumak istiyordum. Gözlerim isteğim dışında kapanıyor ve bununla savaşamıyordum.
Her biri bir çember gibi sarmıştı etrafımızı. Aynı mesafe de yaklaşıyor ve aynı mesafe de öldürüyorlardı. Ölüyor muydum? Sanki artık şah damarımın üzerinde atıyordu kalbi. Belki de benim kalbim şah damarının üzerindeydi. Kafam karışmıştı. Düşüncelerim soğuruluyordu. Burnumdan akan sıvı da neydi?
"Hey! Çekilin bakayım çekilin!" Buharlaşan gökyüzü renkleri soğurmayı bıraktı. Kalbim hala ağzımda gibi olmasına rağmen hissettiğim acı ilerlemeyi kesmişti. Burnumdan akan, kan denemeyecek kadar koyu olan sıvı önüme düştüğünde kurumuş ve soğuktan rengi atmış çimi renklendirmişti. Başımı kaldırmaya çalıştım ama sanki saçımın her bir tanesi demirden yapılmış gibi ağır geliyordu kafamı taşımak. Vücudumu zor bela ellerimin üzerinde tutmaya çalışıyordum. Tırnaklarımı toprağa gömerek, onun bana hissettirdiği kadar ben de ona hissettirmeye gayret ediyordum.
Derinleşiyordum. Yoğunlaşıyordum.
Yavaş yavaş kayboluyordum.Zar zor kafamı kaldırmayı başardığımda yaşlı bir adamın elinde tuttuğu uzun değneğini ruhumuzu kemiren o yaratıklara karşı savurduğunu gördüm. Bir an için bunun benim bir hayal ürünüm olduğunu sanmıştım. "Kış kış!" Bizi öldürmekten beter eden bu yaratıklar neden yaşlı adama karşı tepkisiz kalıyordu? Adam onları kovmaya çalıştıkça hafiflemeye başlamıştım. Ruhuma yeniden dinginlik geliyordu.
Yaşlı adam oldukça kiloluydu. Göbeğine bağladığı uzun ve renkli şal çekti dikkatimi. Kafasında ise yöre şapkası vardı. Yüzündeki sakalı kar gibi bembeyazdı. Pelerinli yaratıklara bakarken bile gözleri onun masumiyetini bağırıyordu. Yine de yüzümü buruşturmadan edememiştim. Artık yaşlı biri görmek istemiyordum. Hayatım boyunca hepsinin başına bela olmak istiyordum. "Çocuklar benimle," dediğinde üzerime yığılmış kara bulutlar geri çekildi. "Gidin şimdi buradan, it herifler!"
Bu adam her kimse onunla olduğumuz söyledikten saniyeler sonra geri giderek kendilerini ormanın içinde kaybetmişlerdi. Ama hala varlıklarını hissedebiliyordum. Bir ağacın dalında ya da gövdesinde ya da kafamızın üzerinde bir yıldız olarak bizi izliyorlardı sanki. Bir hastalık gibi izlerini bırakmış ve öyle gitmişlerdi.
"Çocuklar, iyi misiniz?" Sesinde ki şefkati hissettim. Yanımıza gelmeye çalışırken elinde ki bastondan destek alıyor ve topallayarak yürüyordu. Onların gittiğini fark ettiğim an da az önce yaşadıklarım bir hayalmiş gibi asılmıştı beynime. Ayağa kalkarken zorlanacağımı sansam da yeniden doğmuş gibiydim. Bu kadar hızlı ayaklanabilmem beni de şaşırtmıştı. Zamanımın ve benim ayarlarımla oynamışlardı. "Onlar da neydi öyle?" dedi Araf etrafını kolaçan ederken. O yaşlı adama bize göre bir tık daha yakın kalıyordu. Yaşlı adam tatlı bir ses tonuyla güldüğünde bu bana yamyam kadını hatırlattı ve tüylerim ürperdi. Yaşlı adam yaklaştıkça ben birkaç adım geriledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Ciencia FicciónYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...