İnsan kendi gözlerine yayılan duyguları göremeyince bazı şeyleri unutması kolay oluyor. Göremediğin şeyin yasını tutmuyorsun ama sana ait olmayan bir hayal kırıklığı sen de daha derin izler bırakıyor. Bir bina yıkılıyor, altında kalan ölüyor. Karşı kaldırım da dikiliyorsun ve evin yıkıldığına şahitlik ediyorsun. Altında değilsin ama sen de enkazın içindesin. Ölü bedenlerin üzerine düşmüş tuğla yığınlarını kaldırıyorlar ama senin omuzlarına düşmüş enkazı temizleyemezler. Çünkü sen gördüklerini hafızandan silemezsin.
Çağman'ın gözlerinde yüzlerce tren geçip gitti. Birçok yolcu indi, birçoğu bindi. Sonunda yedi kişi kalana kadar tren yolculuğuna devam etti. O tren az önce raydan çıkmış, kendine yeni yollar çizmeyi hedeflerken ters dönmüş ve alev almıştı.
"Amca senin burada ne işin var?" Öyle sessiz ve güçsüz bir ton da çıkmıştı ki sesi kulağa fısıldıyormuş gibi gelmişti. Çağman'ın amcası eşiğe doğru bir adım atarken onun burada olmasına inanamıyormuş gibi bakıyordu. Olmaması gereken bir durumun seyircisi olmuşum gibi hissediyordum. Birbirlerine attıkları bakışın gizemini çözemiyordum ama ne olursa olsun amcanın buraya gelmesi, bizim için hiç iyi değildi.
"Asıl senin burada ne işin var?" Burası onun sahip olduğu mülk iken onun burada olması beni daha çok şaşırtmıştı. En azından bir süre daha oyalanabileceğimizi düşünüyordum. Şimdi buradan kaçmaya kalktığımızda gidebileceğimiz herhangi bir yer olduğunu sanmıyordum. İşler bizim için giderek zorlaşıyordu. Yolun sonuna mı yaklaşıyorduk?
"Amca..." dedi Çağman yutkunarak. Ama ne diyeceğini o kadar bilmiyordu ki şu an bir sürü duygunun altında acı çektiğini görebiliyordum ama buna şahitlik etmekten başka bir şey yapamıyordum. Yiyeninin neden burada olduğunu biliyor muydu? Tabii ki biliyordu. Aylardık sırra kadem basmıştık. Her şeyi biliyor olduğunu sanıyordu muhtemelen ama hiçbir şey bildiği yoktu. Bahçeye açılan mutfak kapısının açılıp kapandığını duydum. Bizimkilerin gelen boğuk sesini duyduğumuzda adamın bakışları mutfak kapısına çevrilirken Çağman ve ben ne yapacağımızı bilemeyerek birbirimize baktık.
Yağmur'un durumuna müdahale edememek de beni ayrı endişelendiriyordu. Sanki kıpırdarsam ayağım boşluğa düşecek ve ben yerin binlerce kat derinine düşecektim.
"Bir giden bir daha gelmiyor ya..." diyerek içeri girdi Karmen. Önce benim buz tutmuş bedenimi ve arkama saklamaya çalıştığım Yağmur'u görünce yüzündeki gülümseme silindi. Sonra Çağman'ı gördü ve önündeki adamı.
Düşünmeye fırsat kalmayacak bir boşlukta Çağman'ın amcasının üzerine atlarken onun aslında Çağman'ın amcası olduğunu bilmiyordu. "Karmen, dur!" Onun arkasından giren Araf da Karmen'i o halde görünce durumu yanlış anlayarak o da adamın üzerine koştuğunda o kadar karmaşık bir durumun içine düşmüştük ki sadece izlemekten başka yapabileceğim hiçbir şeyin olduğunu sanmıyordum. "Sen kimsin lan?" diye kükredi Karmen, adamın üzerindeyken ve bir yumruğu hava da hazır bir şekilde beklerken. Araf adamın kollarını etkisiz hale getirmişti. "Söyle kırmayalım kemiklerini!"
Gözünde öyle büyük bir korku oluştu ki belki o ana kadar bir katil olduğumuza inanmazken o andan itibaren canavar olduğumuzu düşünmeye başlamıştı. "Abi dur, yanlış anladınız!" diyerek hareketlendiğinde Çağman, adam gözlerindeki korkuyu onun gözlerine akıttı. Çağman'ın şu an ne kadar büyük bir bilinmezlikte olduğunu görüp de hiçbir şey yapamamak beni deli ediyordu. Adam "Çağman..." diyerek ondan medet umduğunda herkesin kaskatı kesildiğine şahitlik ettim. Karmen'in çatık kaşları düzelirken omzunun üzerinden kafasını çevirdi. Çağman'ın ise bir ayağı hava da asılı kalmıştı. "Nasıl, tanıyor musun?" dedi Gazel mutfağın eşiğinden ayrılırken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Ciencia FicciónYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...