İnsan hiç sahip olmadığı şeylerin hayalini kurar, bir zamanlar sahip olduklarını ise özler. Bu ikisinin yolu da aslında aynı damardan geçiyor. Ne bir daha elde edebilirsin o duyguyu ne de öğrenebilirsin. Hep elindekilerle kalırsın. Avucuna sığan o hayaller de dünyanın sana verdiği değil, senin dünyana sığdırdıklarındır. Ne olursa olsun ikisine sığınırsın, ikisinden kaçarsın.
Sanıyordum,
Ama dünyanın benim sandıklarımdan ötesi olduğunu öğrendim. Sahip olmadığım şeyleri özleyip, eskilerin hayalini kurdum. Onca rengin varlığını bilmemize rağmen, neden kendimizi tek bir renkle sınırlı tuttuğumuzu anlamıyordum. Ben de öyleydim. Ya siyah ya beyaz derdim. Öyle değilmiş aslında, bir kere daha yaşadıklarımla yanılttım kendimi. Bazen siyah beyaz kalsın istiyordum her şey, çok net. Ya ağlatsın ya güldürsün istiyordum. O da öyle değilmiş aslında.
Gülerken ağlıyor, gülmek için de ağlayabiliyormuşsun.
Ağlıyordu. Bileklerini çözüp aslında onun ruhunun prangalarını çıkarttığımız da bize onun hayalinde kurduğu kurtarıcılarmış gibi bakıyordu. Kim bilir ne kadardır buradaydı, kim bilir ne kadardır bunu hayal ediyordu da ipi kenara atar atmaz atmıştı bedenini kollarıma. Sanki yıllardır onu tanıyormuşum gibi, sanki kaybettiğim bir şeyi bulmuşum gibi sarıldım ona. Yangının biriktirdiği avucumu saçlarına bastırdım ve kulağına sadece "Geçti." Diye fısıldadım, o hıçkırarak gözyaşlarını omzuma akıtırken.
"Abicim..." dedi Araf, omzunu sıvazlarken. Onun bu hareketiyle benden ayrıldığında aslında tüm sarılı olduğumuz zaman boyunca vücuduma aktardığı acısıyla dolan gözlerimi gizlemeye çalıştım. "Acele etmemiz lazım, yürüyebilecek misin?" Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra yeşil gözlerini bir anlığına gözlerime çevirdi ama bu çok uzun sürmedi. "Yürürüm." Sesi yeni ergenliğine girmiş olduğunu belirtecek şekilde kalındı. Araf ile birlikte ayağa kalktıktan sonra onu da yerden kaldırdık. Ancak birkaç saniye bile sürmeden yeniden düştü. Çok uzun süredir orada oturuyor olmalıydı ki bacakları işlevini yitirmişti.
Karmen beni nazikçe kenara çektiğinde, Araf ile birlikte kaldırdılar onu yerden. Titriyordu. Onu böyle gördükçe yukarı çıkıp o kadının boğazına yapışmak istiyordum. Adımlarım beni destekler nitelikteyken bakışlarımı kapıya diktiğimde, zaten onun için kötü sonun hazırlandığının farkında olduğumdan bu düşünceden vazgeçtim. Yine de bir tarafım onun cezasını kendi ellerimle vermemi söylüyordu. Henüz o kadar kötü olmamıştım, ya da iyi. Bunu kim belirleyebilirdi ki?
Tüm kafesleri açmıştık. Bazıları için çok geç olsa da hala yaşayan ve vücudunu kullanabilen insanlar vardı. Bazı kafesler de sadece et parçaları vardı. Bodrumdan çıkışa açılan bir kapı olduğunu söylemişlerdi bize. Onları kurtardığımız için, onlar da bizi buradan kurtaracaktı. Aslında onları kurtarmamıştık, onların sadece bedenini kurtarmıştık. Onların bir yanı hala o kafesin içindeydi. Birçoğu aslında kim olduklarını bile hatırlamıyordu. Gözlerinde bir insan değil öfkenin ete ve kemiğe büründüğü bir insan görüyordum.
"Hadi artık." Dedi içlerinden orta yaşlar da bir adam. Sağ kolunun bir kısmı yoktu ve beyaz bir sargı beziyle sarılmıştı. Ancak beze beyaz diyebilmek için kırk tane şahit gerekirdi. Yetersiz beslenmekten ve kan kaybından olsa gerek kemiklerini sayabileceğim derece de zayıftı. Vücudu oldukça sağlıksız görünüyordu ancak dimdik durmuştu. Kaybettiği dünyanın bedelini ödetebilmek için intikam arzusuyla kıvrandığını görebiliyordum. Hiçbirinde kurtuluş sevinci yoktu çünkü hiçbiri kurtulmamıştı.
Orta yaşlı adam bize önderlik ederek önden yürüdüğünde kalabalık bir grup halinde onu takip ettik. Yirmiden fazla insan çıkarmıştık o kafeslerden. Birçoğu yürüyemeyecek halde olsa da birbirimize destek vererek çıkışa doğru yürüyorduk. Kafeslerin arasından geçtiğimizde önümüze beyaz bir kapı çıktı. Adam o kapıyı araladıktan sonra çok da dar sarılmayan bir geçit açıldı. Sağ duvarında içeriye doğru uzanan borular vardı. Duvarında ki boya rutubetten akmış görünüyordu ve bu da oldukça kötü bir koku olarak bize dönüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AGMEN
Science FictionYutkunuşum boğazımda kaldı ve ben sanki bir okyanusun içinde boğuluyormuş gibi sessizliği hissettim. Sessizdi. Şu an bir kalp suskun, bir ruh sessizdi. Sessizlik okyanusun dibine yaklaştıkça çığlık atıyor, ama onu duyan insanlar onu göremiyordu. Onu...