Gölge - Bölüm 14

213 143 17
                                    

Ben geldim. Birkaç yeri değiştirdim. Mesela aşık çiftimizi birbirleriyle savaştırmak istemedim. Pişman adamımızı kadınına zarar verirken görmek istemedim. Kıyamadım. Onlar mutlu olmayı hakkediyor.

Yalan söyledim.

Çok üzülecekler...

O zamaaaan,

İyi okumalar...

&

Biliyorum yorgunuz
Sanki bir oyun içinde
Birbirinden habersiz iki gölge
Olmaya mecburuz

Başını bir kez öne eğdi sadece. Hemencecik kabullendi. Sanki uzun zamandır hatırladığım bunca şeye rağmen onu hatırlamamam olanaksız gibi.

En yakın arkadaşımızı hatırlamak zorundaymışım gibi. Yurt dışında olduğu için o eve gelmediğini bilerek ona kocaman sarılıp "İyi ki yoktun." demem gerekiyormuş gibi.

Gündüz'ün kolundan çıktım ve Yağız'a doğru koştum. Bedenim bedenine değer değmez kollarımızı birbirimize sardık. Özlemiştim.

Özlediğimi söylemekten çekinmedim. Kokusunu içine çektim sanki. Yılların hasreti miydi bu bizi birbirimize çeken? Bilemiyordum.

Ama bildiğim bir şey vardı. O da benim eski yaşantıma olan derin özlemimdi. Gerçekten gülmeyeli ne kadar zaman olmuştu?

Başımı omzundan kaldırıp ona baktım. "Yaşıyorsun." dedim.

Gülerek başını salladı. "Şükürler olsun ki siz de." dedi. Biz de yaşıyorduk. Onca canice ölüme, acı çığlıkları duymamıza rağmen biz de yaşıyorduk.

O an aklıma Gündüz geldi. Dönüp ona baktığımda yoktu.

Nerede olabilirdi? Gitmiş miydi?

Bakışlarımı yine Yağız'a çevirdiğimde bunu umursamamış gibi göründüğünü fark ettim.

Küçücük akıl hastanesiydi işte.

Başka gidecek yerimiz mi vardı sanki?

.

.

.

.

.

Hasret gidermemiz bittiğinde onu orada bıraktım ve Gündüz'ü aramaya gittim.

Onu arayabileceğim ilk yer olarak kütüphanede karar kıldım ve oraya doğru yöneldim.

Kütüphanenin kapısına geldiğimde fikrimi değiştirdim ve bakışlarımı resim odasına çevirdim.

Resim yapmam gereken konular vardı.

Açıklamam gereken, açığa kavuşması gereken hayal dünyamı gerçeğe dökmem gereken konular vardı.

Oraya yöneldim. Kapıyı çaldığımda bir kadın açtı kapıyı. Tatlı bir kadına benziyordu. Gözünde burnuna kadar düşmüş ama yeri orasıymış gibi yer edinen gözlükleri vardı.

İçeriye girmek istediğimi söylediğimde beni tanıyor olacak ki "Tabii. Senin iznin var, tatlım." dedi.

Çarpık bir gülümseme gönderdim ona ve içeriye girdim. İçeriyi incelerken tam karşıda bir adamın ışığı arkasına alacak şekilde duvara dönük oturduğunu ve duvara baktığını fark ettim.

Ona yaklaştığımda bir şeyi daha fark ettim. Canım yandı sanki. Kalbimin sıkıştığını hissettim.

Duvara gölgesi yansıyordu ve o gölgesinde ağız kısmına gülen bir ağız çizmişti. Gölgesi gülüyordu ama o bunun aksine bomboş bakıyordu duvara.

Buruktu bakışları. Gülmek, en büyük hayali olan bir adam gülemiyordu.

Yanına gittim ve tam yanına sol tarafına çömeldim. Dönüp bakmadı ama varlığımı fark ettiğine emindim.

Bir süre duvardaki gölgemize baktıktan sonra önündeki kalemi aldım ve kendi gölgeme baktım.

Düşündüm. En büyük hayalimi düşündüm.

Sahi kendimi düşünmeyeli ne kadar zaman geçmişti. Kaç takvim yaprağı yavaşça yere düşmüş unutulup gitmişti. Kaç beden burada veda edip kaçı merhaba demişti. Değişen hayatlar devam ederken ben ne zamanda kalmıştım.

Buldum.

Tam sol göğsüme bir kalp çizdim.

Uzun zamandır kalbimi bulamıyordum.

O yangında kalbim de yanmıştı sanki. Yok gibiydi.

İnsan bir yerden sonra acısını anlatacak kelimeler bulamıyordu. Kifayetsiz kalıyordu cümleler. Zihnimden aynı anda bin bir düşünce geçiyor ama o kadar yorgundum ki hiçbirini yakalayamıyordum. İlk günkü gibi.

Ama şimdi burada kalbimi bulmalıydım. Değişmiştim. Değişmiştik. Biz o eski biz değildik.

Çizdiğim şeyi görünce tek bir yere odaklanan ve başka hiçbir yere bakmayan bakışları benim çizdiğim şeye döndü. "Olmayan kalbin değil, içindekiler artık yanında yok sadece." dedi buruk bir tebessümle.

O an sarsıldım.

Onların olmadığını ilk kez bu kadar net mi kavradım ben? Arkama baktım. Varlardı. Tekrar önüme baktığımda gölgeleri yoktu.

Yanımdaki adam "Gölgeleri yok değil mi?" diye sordu. "Gölgesi yoksa varlığı da yoktur." diye eklediğinde hemen kalktım ve arkama döndüm. Masanın başına geçerek siyah boyayı aldım. Palete bolca döktüm.

Koşarak hatta yalpalayarak duvara geri gittim. Arkama bakıp tam onların şeklinde gölgeler çizmeye başladım.

Can havliyle onları var etmeye çalışıyordum.

Onlara ihtiyacım vardı.

Bir anda elim başka bir el tarafından tutuldu. Bu o adamdı.

"Yoklar." dedi üstüne basa basa. Baktım çizdiğim resme. Resme. Resme, resme, resme,,

Bu yanımdaki adam kimdi bilmiyordum bile ama. Ama beni mahvettiği bir gerçekti.

Kulaklarım uğuldamaya başladı o an. "Resme, resme" diye yankılanmaya başladı kulaklarımda bu acı gerçek.

Ben o an anladım.

Onlar sadece bir sanrıdan ibaretti. Çünkü onları artık ben de göremiyordum. Ölmüştü onlar. Yanmıştı.

Bir zamanlar birileri vardı gördüğüm... var mı yok mu belli değil.

Asıl şimdi bir ümidim yoktu. Bu acı sondu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ve ben bu gerçeği sanki kalbime kurşun yiyerek kavramıştım.

Benim savaşım artık kendimleydi.

Ben kendime yeniliyordum ama daha müsabaka bitmemişti.

Bölüm sonuuu!

Nasıl buldunuz bölümü?

Çok çıldırdık neler oluyor bizeeee??

Yıldıza pıt basmayı ve yorum yapmayı unutmayın.

Öpüldünüz!

Adını Çıkar DeliyeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin